Tarabya'da ikamet etmektedir. Her gün akşamlara kadar Büyükdere, Beykoz ve Tarabya korularında dolaşmayı alışkanlık edinmiştir.

Kimi günler Shelley ya da Sully Proudhomme'un bir kitabını alır, bir sandala atlar ve yelkeni açarak Beykoz'a geçecek, orada saatlerce çayırlara uzanarak düşüncelere dalacaktır.

“Akşam üstü, guruba yakın, rüzgâr sönmüş, deniz dinmiş olduğu vakit, ağır ağır avdet edecektir.”

Mehmet Rauf, 1 Haziran 1919 tarihli “İnci” dergisinde yayımlanan röportajında “Eylül” romanını yazmaya hazırlandığı dönemde ruh durumunu böyle özetlemektedir.

Röportajın arka yüzünde ise “Eylül”ün yazılışı hikâye edilmektedir.

Mehmet Rauf, bu ruh durumunda deveran ederken Servet-i Fünun'da Halit Ziya'nın “Aşk-ı Memnu” tefrikası bitmek üzeredir.

Servet-i Fünun'u yöneten Tevfik Fikret yeni bir tefrika arıyordur.

Bir gün konuşurlarken tefrika için Mehmet Rauf’tan bir roman isteyecektir.

Mehmet Rauf’un bazı bölümleri yazılmış iki romanı vardır:

“Ruhumuz” ve “Onlardan Biri”...

“Ruhumuz”da o zaman ahlak ve ruhunun oluşum biçimini, hayattaki gelişimini yazmak istiyordur

“Onlardan Biri”nde ise, Beyoğlu zevk aleminin kraliçelerinden birini tasvir ederek bunun ne gibi olaylar sonucunda buraya düştüğünü çözümlemek düşüncesindedir.

Tevfik Fikret tefrikayı isteyince, “Ruhumuz”da Abdülhamit idaresinin günahlarından söz edildiği için sansürden kurtarmak mümkün olmayacağını düşünerek romanı vermekten çekinecektir.

Ve “Onlardan Biri” romanını yazmaya başlar.

Bir gün, Halit Ziya'nın yanındadır, o sırada Halit Ziya’yı ziyarete bir genç gelir.

Söz arasında gencin o hafta evleneceğini öğrenir. Düğüne ve düğünden sonraki hayata ilişkin düşüncelerden söz edilirken genç, balayını Büyükada'da geçirmek istediğini, orada tuttuğu köşkü döşettiğini anlatır.

Mehmet Rauf, Halit Ziya'nın “gözlerinde acı bir esef bulutunun karardığını” fark edecektir.

Mehmet Rauf”a göre Halit Ziya’nın ruhu artık böyle bir mutluluğun kendisi için mümkün olmadığını anlamaktan doğan bir tatsızlıkla burkulmuştur.

Ve bu durum “Eylül”ün ana damarını oluşturacaktır.

Bunu da şöyle açıklayacaktır:

“Gençliğin akan bir su, esen bir rüzgâr gibi gayr-i kabil-i men' ve te'hir bir surette uçup gittiğini takdir etmek, eylülde avdet-i bahar nasıl muhal ise, şimdi her şeyin faidesiz olduğunu anlamak, ziyan olarak geçen güzel günlerin tahassürüyle harap olmak fikrini buradan kaptım.”

Mehmet Rauf kendisine ilginç gelen bu düşünceyle günlerce meşgul olacak, konuyu çeşitli renklerle süsleyecektir.

İki hafta sonra da “Eylül”ü yazmaya başlayacaktır.

• • •

Mehmet Rauf aynı röportajda şu ilginç saptamada da bulunuyor:

“O zaman biz bugünkü genç yazarlar gibi değildik, bir yazar, üç hatta beş okurduk. Hem bir okuduğumuzu birkaç kez okumak, bir eserin ruhunun özüne girmek için çalışmak gerektiği kanısındaydık.” (Bu durumun günümüzde de pek değişmediği görülmüyor mu?)

Kendisini en çok etkileyen yazarları ise şöyle sıralıyor:

Fransızlardan Alfred de Vigny, Leconte de Lisle, Baudelaire, Flaubert, Goncourt'lar, Daudet ve Mauppasant; İngilizlerden Shelley, Keats, Swinburne; Ruslardan Turgenyev, Dostoyevski; İtalyanlardan Leopardi ve de Annunzio...