Google Play Store
App Store

12 Eylül’e basın yoluya zemin hazırlamanın şampiyonluğunu Nazlı Ilıcak yaptığı için iki bölümlük bu dizi yazımızın...

AHMET MERİÇ ŞENYÜZ

12 Eylül’e basın yoluya zemin hazırlamanın şampiyonluğunu Nazlı Ilıcak yaptığı için iki bölümlük bu dizi yazımızın dünkü bölümünü sadece Ilıcak’a ayırmak zorunda kaldık. Ancak basında darbeciliğin 12 Eylül’cülüğün tek müsebbibi olarak Ilıcak’ı göstermek de haksızlık olur. Belki darbe öncesinde, darbeye zemin hazırlamak için onun kadar can siperane hizmet veren olmadı. Ancak darbeden sonra darbeyi destekleme, övmek ve hatta göklere çıkarmak konusunda Ilıcak’ı bile sollayanlar oldu bugün onlarla devam edelim. 

İKİ NUMARALI SANIK: MEHMET BARLAS
Mehmet Barlas darbeye giden günlerde köşe yazarlığı yapmadığı için darbeye zemin hazırlama faaliyetlerindeki sicili Nazlı Ilıcak kadar kabarık değil. Bilindiği gibi 12 Eylül’e giden süreç, 1 Mayıs 1977 katliamıyla başlamış, Aralık 1978’teki Maraş katliamının ardından 13 ilde sıkıyönetim ilan edilmesiyle hız kazanmıştı. Barlas, 1977 1 Mayıs katliamının yapıldığı günlerde gazetecilik yapmıyordu. Bir ofset matbaa kurmuş, işadamlığına heves etmişti. İşleri istediği gibi gitmemiş olacak ki, 21 Ağustos 1978’de Milliyet gazetesinde işe başlayarak gazeteciliğe döndü. Ancak, görevi köşe yazarlığı olmadığından darbeye zemin hazırlama faaliyetlerinde Ilıcak kadar aktif görev üstlendiğini söyleyemeyeceğiz. Milliyet’te, “Sorular ve Sorunlar” başlıklı ekonomi ağırlıklı röportajları serisi hazırlayan Barlas yine de örneğin Fatsa’ya Nokta Operasyonu’nun hemen ardından Turan Güneş’le yaptığı röportaja attığı başlıkta olduğu gibi (“Devletteki çözülme dursa, terör de adi asayiş sorunu düzeyine iner”)(1)  her fırsatta darbe çağrısı için çalışmaktan geri durmuyordu. Barlas’ın bu dönemde darbeye zemin hazırlama faaliyetleri daha çok 24 Ocak kararlarının propagandasını yapmak biçimde tezahür etti. Bugünden geriye bakan her ciddi tarihçinin belirttiği gibi 12 Eylül darbesinin en önemli nedenlerinden biri 24 Ocak kararlarını uygulatmaktı. Zira işçi hareketinin güçlü olduğu koşullarda bu hareketi ezmeden bu ‘acı ilacı’ Türkiye  halkına içirmek pek mümkün gözükmüyordu. Barlas, Sorular ve Cevaplar köşesindeki röportajlarıyla sürekli olarak 24 Ocak propagandası yaptı. Barlas’ın canhıraş 24 Ocak savunuculuğu, yaptığı röportajlarını burada sıralayacak kadar yerimiz yok, isteyen Milliyet gazetesinin herkese açık arşiv sayfalarından bunlara ulaşabilir.

DÜNYAYI DARBEYE İKNA ÇABASI
Darbe öncesi dönemde, eli kolu biraz bağlı olduğu için zemin oluşturma faaliyetlerinde Ilıcak’ın gerisine düşen Barlas, darbeden sonra ise darbeyi meşrulaştırma ve darbe şakşakçılığında Ilıcak’ı solladı. Zira Barlas, darbeden hemen sonra, Milliyet gazetesinde köşe sahibi olacaktı. Darbeden sonra ‘muhalif’ bazı gazetecilerin kariyeri düşüşe geçerken yeni dönemin parlayan yıldızı Mehmet Barlas olacaktı elbette o da darbeye hizmetleriyle bu teveccühün borcunu fazlasıyla ödeyecekti. Ercüment Karacan, 12 Eylül’e giden günlerde gazeteyi Aydın Doğan’a satmıştı ve Aydın Doğan 1981 yazında Mehmet Barlas’ı, Milliyet’e başyazar yaptı. Barlas, Milliyet’in birinci sayfasındaki  Bugün adlı köşesinde 12 Eylül güzellemelerine girişmekte gecikmedi. Barlas, öncelikli olarak darbeye karşı tepki gösteren dünya kamuoyunu ikna etmeyi önüne hedef olarak koymuştu olmalı ki, ilk darbesever yazısına “Ey Dünya Kamuoyu” diye başlıyor yazının başlığından “Bizi Anlıyor musunuz?” diye soruyordu. Mehmet Ali Ağca’nın Papa’ya suikast girişiminde bulunmasını 12 Eylül’ün ne kadar gerekli bir şey olduğunu dünya kamuoyuna anlatma fırsatı olarak kullanmak isteyen Barlas, bakın neler yazıyordu: “Ey Dünya Kamuoyu... Türkiye , Mehmet Ali Ağca ve benzerleri ile demokratik rejim içinde mücadele edemediği için 12 Eylül oldu...

(...) Şimdi bir bölümünüz, Türkiye ’deki mevcut rejim ile evrensel demokrasi ve hukuk kuralları arasındaki uyumsuzluğu saptamaya çalışıyorsunuz. Bir bölümünüz de, Türkiye  aleyhinde gösteri ve yayın yapan çeşitli gruplara kulak vermeyi yeğliyorsunuz.

Ama şu anda hepimizi aynı dehşet duygusu kaplamış durumda... Bir papa nasıl vurulmak istenir? Evet, Papa’yı öldürmek isteyenler, bundan birkaç ay öncesine kadar 45 milyon Türk’ün hayatını tehdit ediyorlardı... Üstelik, az kalsın başaracaklardı da...

Ey Dünya Kamuoyu... O zaman neredeydiniz? Ve şimdi, hâlâ neredesiniz?.. Ey Dünya Kamuoyu... Türkiye ’de devlet, vatandaşları kurtarmaya çalışıyor... Sizler de dünyayı terörden kurtarın ve bizi anlayın...”(2)

‘DARBECİLERE ŞÜKRANIMIZ SONSUZ’
Barlas’ın, 12 Eylül’ün yıldönümünde yazdıkları ise, ‘darbe yalakalığında’ bütün meslektaşlarını geride bırakıyordu: “En yüksek rütbeli komutanından, en kıdemsiz erine kadar, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne şükranımız sonsuzdur. Kendilerine karşı ulusça gösterilen geleneksel özene layık olduklarını, bir kez daha kanıtlamışlardır. Kaybolmuş can ve mal güvenliğini yeniden sağlamışlar, tehlikeye düşmüş olan ülke bütünlüğünü tartışılmaz bir kavram haline getirmişlerdir. Devlete ve ulusa, bundan büyük hizmet olur mu?”(3)   Bir ay sonra da şöyle yazacaktı: “12 Eylül yönetiminin siyasal başarısının sebepleri, sayılamayacak kadar çoktur. Ama yine de birkaç tanesini sıralayalım. Halk, 12 Eylül öncesi kargaşadan bıkmıştı. ‘Politika’ ve ‘demokrasi’ diye sunulan uygulama, bu kavramlarla ilgisi olmayan yozlaştırılmış bir kavgaydı. 12 Eylül bunu sona erdirdiği için, kamuoyunun duygularına tercüman oldu.” (4)

TSK TÜRKİYE ’Yİ İÇ SAVAŞTAN KURTARDI’
Barlas, 1982 yılına girerken ‘Devlet Başkanı’ Kenan Evren’in bir önceki yıl televizyondan yaptığı konuşmayı hatırlatıyor, Evren’in bütün vaatlerini yerine getirdiğini yeni yılda da ülkeyi demokrasiye geçireceğini müjdeliyordu. Demokrasiye geçmenin ‘eskiye dönmek’ olmadığını vurgulayan Barlas çağdaş demokrasinin Türkiye ’ye bol geldiğini bakın nasıl anlatıyordu: “Evren, 1981'e girerken, ulusa, devlet düzeninin yeniden kurulacağını, anarşi ve terörün kökünün kazınacağını, bütünlüğün yeniden sağlanacağını vaat ediyordu. Bunların hepsi gerçekleşmiştir. (...) İnanıyoruz ki, gerek halk, gerekse siyasal kurumlar, artık demokrasiye dönüşün, 'geçmişe dönüş' anlamına gelmediğin kavramışlardır. 'Nasıl olsa her şey eskisi gibi olur' benzeri kaderci bir tutuma, kimsenin izin vermeyeceği ortadadır. (...) Bu arada ideolojik saplantıların anlamsızlığını da, Polonya olayları bir kez daha kanıtlamıştır. (:..) Türk ulusu her çeşit özgürlüğe ve sosyal hakka sahip olmaya lâyık bir toplumdur. Ama şunu da bilelim... Demokratik deneyimimiz belki fazla... Fakat Türkiye 'nin gerek ekonomik düzeyi, gerek jeo-politik konumu, gerekse tarihten gelen farklı, sosyal kurumlaşması, demokratik model arayışında bizi ütopyacılıktan uzak tutar niteliktedir. Bu bakımdan, 'Fransa daha iyi', ya da 'İngiltere böyle değil' gibi kısır tatminsizlikleri bir yana iterek, ülkemizin gerçeklerini hem anlayalım, hem de bu gerçekleri sabırla, daha çağdaş bir düzeye getirmeye çalışalım. Silahlı Kuvvetler, Türkiye 'yi bir iç savaştan kurtarmıştır.”(5)

BÖYLE DARBE SEVİCİLİĞE SAYFALAR YETMEZ
Barlas’ın darbe övgülerinin bir bölümünü bile sıralamaya yerimiz yetmez. 24 Ocak 1982’de yazdığı “24 Ocak Bayramı”(6), Kenan Evren’in eşi Sekine Evren’in ölümünün ardından yazdığı ve yalakalığın sınırlarını zorlayan “Ölümden Öteye”(7) , rejimin biraz olsun yumuşaması üzerine Kenan Evren’in kitabında belirttiği üzere “çıkmaya başlayan çatlak seslere” cevap yazıp bir kez daha darbeyi savunduğu “Dikkat Edelim!”(8), Evren’in parlamenter sisteme yeniden geçilirken çeşitli siyasetçileri Çankaya’ya çağırıp hizaya çekmesini desteklediği “Evren Haklıdır”(9), 12 Eylül’ün ne kadar meşru olduğunu ballandıra ballandıra anlatan “Hedef Değişmedi”(10), demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan 12 Eylül seçim kanununun İngiltere’den daha ileri olduğunu öne süren ve MGK’nin adayları veto hakkını canhıraş savunan “Seçim Kanunu”(11), Kenan Evren’in ne kadar şahane bir lider olduğunu anlattığı “Evren’in Sözleri”(12), ordunun millet birliğinin ne kadar önemli olduğunu vurguladığı “Ordu-Millet”(13), seçimlerde “tüm toplumun benimsediği 12 Eylül’ün tartışma konusu yapılmaması” gerektiğini savunduğu “Sunalp ve Görevi”(14), Sunalp’ı desteklemesine rağmen Özal’ın kazanması üzerine yazdığı ve yine Kenan Evren’i övmeye devam ettiği “Dünden Yarına”(15)  bu ibret vesikalarından sadece birkaçıdır. İsteyen Barlas’ın 12 Eylül vahşetini nasıl cansiperane savunduğuna dair daha fazla yazılı kanıtı da rahatlıkla bulabilir.

Barlas’ın dün darbe suçlarını sıraladığımız Nazlı Ilıcak’tan ufak bir farkı var. Ilıcak, her ne kadar darbe öncesinde, “darbeye basın yoluyla zemin hazırlamak” sonrasında da, darbeyi desteklemek için elinden geleni yaptıysa da, darbe dönemini fiilen sona erdiren, 12 Eylül yasakları referandumunda ‘evet’ çıkmasından sonra şimdiki kadar olmasa da utangaç 12 Eylül eleştirileri yapmaya başlamıştı. Zira Ilıcak ne de olsa Süleyman Demirel’in başını çektiği siyasal akımın takipçisiydi, siyasi yasağı kalkan Demirel, darbeyi eleştirmeye başlamıştı, Ilıcak da doğal olarak onu takip edecekti. Barlas’ın tutumu ise farklı bir seyir izledi. Barlas, Ilıcak’ın aksine bir siyasi akımın gazetecisi değildi. Kendisinin en önemli özelliği her devrin adamı olmasıydı. Barlas, Ecevit’in yükselmeye başladığı yıllarda sosyal-demokrat, 12 Eylül döneminde koyu Evren’ci, kendisi Turgut Sunalp’i desteklese de, Sunalp kaybedip Özal kazanınca da Özalist olmayı başarmış, bu arada her transfer teklifiyle maaşını biraz daha artırıp kat-yat sahibi olmayı becermişti. Şimdi o katlarda yatlarda, bu kariyeri borçlu olduğu insanları ağırlama zamanı gelmişti. Barlas 1989’un yazında Kenan Evren’i evinde ağırladı. Yüzbinlerce insanın işkencecisi, yüzlercesinin katili olan Evren’le misafircilik oynadı. Tutarlı bir Özalist olan Barlas, Özal’ın 12 Eylül ürünü olduğunu biliyordu ve Özal iktidardan gidene kadar da 12 Eylül’e toz kondurmadı. Yani, Barlas’ın 12 Eylül’ü bir darbe olarak niteleyip eleştirmeye başlaması, Demirel’le birlikte hidayete eren Ilıcak’tan epey sonra gerçekleşti.

ÜÇ NUMARALI SANIK: CIVAOĞLU
12 Eylül basın davasına bir üç numara aranırsa, bu büyük olasılıkla o yıllarda Ilıcak’ların Tercüman’ında yazan Güneri Cıvaoğlu olacaktır. Cıvaoğlu, Kenan Evren ve kuvvet komutanlarının verdiği muhtıradan itibaren muhtırayı savunan ve sivil siyaseti eleştiren çok sayıda yazı kaleme aldı. Darbeden sonra da 12 Eylül’ü meşrulaştırma gayretlerini sürdürdü. Örneğin 12 Eylül’ün birinci yıldönümünde şöyle yazıyordu: “12 Eylül yozlaşan, sadece bir biçim, bir kof kalıp haline gelen demokrasiye yeniden sağlık, yeniden bir öz kazandırmak amacıyla gerçekleşmiştir. (...) Evet, 12 Eylül 1980’den 12 Eylül 1981’e Türkiye  insanı huzuru soluyor... O halde 12 Eylül zorunluluktu, çözümdü.”(16)
  
BASIN 12 EYLÜL’ÜN TEMİNATIDIR!
12 Eylül’ün medya ayağı öyle iki günde ortaya serilebilecek bir organizasyon değil, basındaki tüm darbe kalemşörlerini bir bir teşhir etmek için daha geniş bir yazı dizisine ihtiyaç ne var ki, bu dizi için bize iki gün ayrıldı. Bu yüzden, 12 Eylül’ün basın ayağının diğer mensuplarını sadece isim olarak saymak durumundayız. Darbeyi öven ya da en azından meşrulaştıran yazarların başlıcaları şöyle: Rauf Tamer (Tercüman), Necati Zincırkıran (Günaydın), Can Pulak (Günaydın), Ergun Göze (Tercüman), Oktay Ekşi (Hürriyet), Ali Gevgili (Milliyet), Güngör Mengi (Yeni Asır), Ahmet Kabaklı (Tercüman), Cüneyt Arcayürek (Hürriyet), Bedii Faik (Hürriyet), Çetin Emeç (Hürriyet), Güngör Mengi (Yeni Asır), Teoman Erel (Günaydın), Yavuz Donat (Tercüman), Bekir Coşkun (Günaydın), Yılmaz Çetiner (Milliyet), Nadir Nadi (Cumhuriyet), Mehmet Ali Birand (Milliyet), Altemur Kılıç (Tercüman), Necmi Tanyolaç (Sabah), Mehmet Fahri (Milli Gazete), Cihad Baban (Son Havadis), Emin Çölaşan (Milliyet) 12 Eylül darbesini destekleyen gazeteciler arasında, muhafazakarı, liberali, Atatürkçüsüyle sağcıların büyük ağırlığının bulunduğu açık bir gerçek. Ancak sol Kemalistler arasında da darbeyi yanlış değerlendirenler oldu. Cesur bir aydın, değerli bir gazeteci olan rahmetli Uğur Mumcu’nun, (sonradan bu tutumunu değiştirmekle birlikte) darbenin ilk günlerinde, “akan kanan durdurulması” edebiyatına sarılıp 12 Eylül’ü desteklediğini belirtmezsek eksik bir değerlendirme yapmış oluruz. İki bölümlük yazımızı, darbeci kalemlerden Rauf Tamer’den bir alıntıyla bitirelim, bakın Tamer, 12 Eylül’de medyanın rolünü ne de güzel özetlemiş: “Birlik ve beraberlik içindeki Türk basını da, en büyük teminatıdır 12 Eylül ilkelerinin...”


Her darbenin kalemşörü Çetin Altan

DARBECİ kalemleri sayarken Çetin Altan’a bir bölüm ayırmadan olmaz. Zira Altan, Türkiye  tarihinin üç askeri darbesini de destekleyip halen yazarlık hayatını sürdüren bildiğimiz kadarıyla tek isim. Bakın Çetin Altan, darbelerin ardından neler yazmış?

27 MAYIS: TSK SAĞ OLSUN!
Önce 27 Mayıs’la başlayalım: “Silahlı Kuvvetlerimizin Büyük Ata’nın yıllar arkasından akseden manevi direktifi ile yaptığı bu hareket, demokrasimizin en sağlam teminatı olarak tarihimize geçecek ve hürriyetlerden kendi sefil benlikleri için faydalanmak isteyen gafillere her zaman için unutulmaz bir ders olacaktır. (...)Islah olmamakta direnenler çıkarsa onlar da derslerini alacaklardır. (...)Bize bugünleri tattıran ve bir milletin haysiyetine konmaya çalışılan tozları bir üfleyişle temizleyiveren Türk Silahlı Kuvvetleri sağ olsunlar. Kardeş kanı dökülmeden yapılan bu hareketin aynı vakar içinde gerçek demokrasinin temellerini atmasını bekliyor, seviniyor, övünüyor; övünüyor, seviniyoruz.” (17)

12 MART: ZİNDE GÜÇLER 
Hadi diyelim, 27 Mayıs farklı bir askeri hareketti, Demokrat Parti diktasına karşı emir komuta hiyerarşisinin dışına çıkan bazı subaylarla halkın ortak hareketiydi, diğer askeri darbelerden ayrılan yöneleri vardı, öyle kabul edelim. Ne olursa olsun, bir gazetecinin TSK’ye bu kadar övgü yağdırmasının, ‘ıslah olmamakta direnenler’ diyerek başkasının sopasıyla tehditler savurmasının ayıbını bir yana bırakalım, peki ya 12 Mart faşist muhtırası için yazılan şu satırlar: “'Ve Şahmerdan güm diye indi sonunda' Aklıma Demirel'in daha işe başlarken savurduğu, orduya karşı iki yüz bin kişiyi silahlandırma kuru sıkısı geliyor. O zaman tanıdıklara: Sonunda asarlar bu komisyoncuyu, demiştim. Asılmaktan beter şekilde gitti. Bir Başbakan gibi değil, bir Başbakan gölgesi gibi de değil, ayak sesi duymuş bir kalpazan çırağı gibi gitti. (...) Şimdi ilk uykusuz geçirdikleri gecenin çentiğini çizmektedirler yattıkları odaların duvarlarına. Acaba bizden de yaptıklarımızın hesabını soran çıkar mı diye.” (14 Mart 1971) “Demokrasinin sahte aşıkları, yıkılın...” (15 Mart 1971) “Şimdi ise tıpkı 27 Mayıs'tan sonra olduğu gibi bütün soygunlar ve soytarılar takımı devrimci ve zinde güçlere acaba yine nasıl madik atarız diye kafa kafaya vermiş binbir plan hazırlamaktadırlar. Bunu iyi görmek, ona göre davranmak ve özellikle asla zaman kaybetmemek gerekmektedir. Hele hele olmayan demokrasiyi savunma numaralarına hiç mi hiç yatmamak şarttır. Çünkü tuzağın en püf tarafı orasıdır.” (16 Mart 1971) CHP Genel Başkan ille de seçimlere gidelim, diyor. Bu kez de seçim kampanyası adı altında orduya sövdürecek, ortalığı büsbütün karıştırıp kendisine karşı çıkılmasının intikamını alacak. (...) Ordu temsilcileri herhalde bütün bu oyunların hesabını yapmakta ve politikacıların kendilerine hazırladıkları tuzakları görmektedirler. (17 Mart 1971)(18)  

12 EYLÜL: BAŞKA ÇARESİ YOKTU
Çetin Altan, 12 Mart’tan biraz olsun ders almış olacak ki, 12 Eylül’de o kadar coşkulu değildi. Yine de, önce darbeyi meşrulaştıran şu yazıyı yazmaktan daha sonra da 12 Eylül ürünü ANAP iktidarını canla başla desteklemekten geri durmadı:  “Bugün içinde bulunduğumuz askeri yönetim, durup dururken, kendiliğinden mi gelmiştir iktidara?
 
Partilerinden politikacılarına, hangisinin ne istediği bir türlü açık seçik anlaşılamayan sayısı birbirine karışmış örgütlerine kadar, bir yığın içi cıvalı elektronik atkestanesi, rotası bilinmez sıçrama, patlama ve tokuşmalarla, neredeyse ite kaka zorla iktidara getirmiştir Türk Ordusunu... (...) Ordu yönetime geldiği sabah, ben Montpelier’de belediye başkan yardımcılardan bir dostumun evinde misafirdim. Olayı ajans haberlerinden duyarak o bana bildirdi.... Ağzımdan çıkan söz şu oldu: -Başka da çaresi yoktu... Oysa bir hafta öne İstanbul’da L’express dergisinin muhabiri: -Sence ordu iktidara gelir mi, diye sormuştu...

Ben de:  -Herhalde gelmeyecek, gelse şimdiye kadar yüz kez gelmesi gerekirdi, demiştim...
Adam da söylediklerimi yazmıştı dergiye... Bu bir öngörü hatası değil, çoktan taşmış olan bardağın, nerede diş sıkıp durma hududunu aşıvereceğini saptayamamaktı...”  (19)