Son günlerde İslamcı yazarlarda bir telaş! Gençler, üstelik İmam Hatip’li gençler orucu, sünneti ve hatta imanı tartışıyorlarmış. O tartışmalardan kimi gençler agnostik/deist olup çıkıyormuş. İslam’ın ipini bırakmayanlar bile günah defterini dolduruyormuş.

Felsefe tarihinin en parlak yıldızlarından Spinoza, bu meseleye zaman / mekân ötesi bir örnektir. Haham olmak üzere eğitilmişti. Ancak o eğitim; entelektüel merakı, ele aldığı konuyu dibine kadar inceleme disiplini ve zekâsı nedeniyle Spinoza’ya bambaşka pencereler açmıştı.

Kutsal metinlerle çıplak tarihi gerçeklerin birbirini tutmamasından... Tanrısal, yani ezeli ve ebedi doğru olması gereken hükümlerin, yaşadığı çağı kucaklayıp izah edememesine... Tanrı diye baktığı her yerde ‘doğa’ ile karşılaşmasına... Akıl ve bilgi teolojiye galip gelince Spinoza aforoz edildi. Adı cennet defterinden silindi.

***

Din eğitiminin, her kurumsal dinde, çok küçük yaşta başlatılması boşuna değil. Dogmanın, akıl ve bilgiden önce, onlara yer bırakmayacak şekilde şırınga edilmesi, o tazecik beyinleri doldurması gerekir. Bırakın bilimi, dogmanın çerçevelediği emirleri / kuralları sorup sorgulamak bile yasaktır, günahtır. Dogmanın bile kaynağına, ‘dibine’ inilmez. Ola ki, inerken bir çizik, bir hasar, bir kusur bulunuverir!

İnsanın en temel güdülerinden biri, belki de birincisi korku ya... Din eğitimi adı altında çocukların zihinleri korkularla dolduruluyor. Ve o korkulardan kaçamasınlar diye de, rüyalarında bile peşlerini bırakmayan gardiyanlar dikiliyor.

İşe yarıyor mu?

Tarikatlara, müritlerine bakılırsa, evet!

Ancak...


Zaman kural tanımıyor. Akıp gidiyor. Dünya bir süredir yepyeni bir serüvene koşuyor.

İsim takmaya meraklı birileri, bu serüvenin adını Endüstri 4.0 koydu. Yeni çağın belirleyici özelliği, ‘bilginin egemenliği’ olacak elbette. Bilgi, neredeyse biz insanlardan bağımsız yeni bilgilere evrilecek. İnsan, hayatın işleyişini yapay zekâya bırakırken, kendisi ‘YENİ İNSAN’ modeline geçecek. Elbette, o bilginin kaynağında oturuyorsa!!!

Böyle bir çağda, üstelik, bilgi alışverişinin / haberleşmenin saniyeler içinde dünyayı katettiği bir devirde... Gençler ne kadar uzakta tutabilirsiniz? Hayatlarının hiçbir anına değmeyen yasaklar ve kurallarla nereye kadar idare edebilirsiniz?

***

Geçen günlerde, din üzerine her şeyin konuşulduğu bir programa denk geldim. O programdaki konuları ‘Yecüc Mecüc’ idi.

Bilmeyenler için çok kısaca özetleyeyim; Kur’anda adı geçen Yecüc Mecüc, ‘demirden iki dağ arasında yaşayan ve kıyamete yakın bulunduğu vadiden çıkıp dalga dalga insanoğlunu ortadan kaldıracak veya kaldırmaya çalışacak yaratıklar’.

Programdaki konuklar şunu tartışıyordu:

Günümüzde uydular sayesinde dünyanın görülmedik tek bir noktası bile kalmadı. Eğer Yecüc ile Mecüc’ün gizlendiği bir vadi olsaydı, fark edilmemesi mümkün değildi.

Demek ki...

Sözün buradan sonrasında, neredeyse görünmeyen bir bariyer iniyor anlaşılan, “Böyle bir şey yok” diyemediler. Demediler.

Onun yerine, deyim yerindeyse uçtular!!

Kâinatın, dünyayı da içeren bir bütün olduğunu... Yecüc ile Mecüc’ün mutlaka dünyada yaşıyor olması gerekmediğini... Belki de, bir başka gezegende var olduklarını ve günü gelince gökyüzünden akın akın üzerimize geleceğini anlattılar. Güzel güzel ikna oldular!

***

Bırakın gençleri, kendileri bile artık çerçeveye sığmıyorlar.

Kimileri çağın sorularına yanıt verme ihtiyacından… Ama en çok da rant bölüşümü ve çıkar kavgasından tek sazla bin ses çıkarıyorlar.

Öyle ki, gençlerin haline en çok endişelenen isimlerden, Yeni Akit Yazarı Abdurrahman Dilipak, “Bize bizim ettiğimizi düşman etmez” diyor:

“O hale geldik ki, bizim düşmana ihtiyacımız kalmadı. Biz o işi kendi aramızda hallediyoruz. Din, mezhep, tarikat, siyaset, etnik aidiyet, ideoloji, felsefi ve vijdani kanaat farklılıkları, çıkar ilişkileri bizi paramparça etti. Hatta aynı dinden olanları bırakın, aynı mezhebi de bırakın, aynı tarikat mensupları bile birçok konuda farklı gruplara ayrılıp çatışıyorlar. Hani aynı dine inananlar ‘ihvan’dı?!”

cukurda-defineci-avi-540867-1.