Daha önceden yazılmış ya da söylenmiş şeyleri -eğer daha iyi yazacak ya da söyleyemeyeceksem- bir de kendi cümlelerimle ifade etmeyi sevmiyorum. Dolayısıyla -belki gözünüzden kaçmıştır- size bir söyleşiyi aktarmak istiyorum.

Birartibir.org internet sitesinde Siren İdemen ve Anıl Olcan’ın MAREM (Marmara Environmental Monitoring-Marmara Çevresel İzleme) projesi yürütücüsü, hidrobiyolog Levent Artüz ile yaptıkları bir söyleşi yayımlandı. Ağlarsınız! Durum çok ciddi!

Bu söyleşiden bölümler aktarıyorum. Levent Artüz şöyle diyor:

Müsilaj durup dururken ortaya çıkmadı. Ortaya çıkan müsilaj agregatın Marmara’nın özgün yapısıyla inatlaşarak yapılan uygulamalarla direkt ilişkisi var...

Müsilajı tarifle anlatmak gerekirse, oklava şeklinde bir tavuk yumurtası düşünün, bir plankton, kısa sürede anormal artış gösteriyor. Daha sonra patlıyor. Kırılınca hücre içi sıvısı ortama yayılıyor. Tıpkı yumurtanın beyazını su dolu bir bardağa dökmek gibi. Çok yapışkan, bulaşkan bir yapı...

Bu münferit bir olay değil, bir zincir, bir sonuç. Marmara 1989’da öldü. Gördüğümüz, bir cesedin çürümesidir. Denizdeki tür çeşitliliği vahim bir darbe yedi, içi boşaldı, türler arasındaki rekabet ortadan kalktı. Sorun kirlenmeden ötürü tür çeşitliliğinin azalması ve kirliliğe dayanabilen türlerin fert adetlerindeki patlamadır...

Ses dalgalarıyla derinliği ölçen aletler Marmara’nın büyük bir bölümünde altınızdaki derinlik bin metre de olsa 25 metre gösteriyor! Çünkü çok büyük bir müsilaj yoğunlaşması var. Bin metreyi aşkın derinliklerden, çukurlardan, su numuneleri alıyoruz. O derinliklerde de müsilaj var…

Balık yumurtalarının büyük çoğunluğu denizin yüzeyindedir. Yüzeydeki yumurtalar müsilajın içinde hapsoluyor ve yaşama şansları kalmıyor. Larvalar için de aynı şey söz konusu. Müsilaj ortamdaki hayvansal besini içine hapseder, zamanla, hareket edemeyen midye, istiridye gibi canlıların üzerine de çöker…

Keşke Marmara’daki sıcaklık artışı küresel ısınma ortalamalarında olsaydı. Bu artış küresel ısınma ortalamalarının çok üstünde ve sebebi de bulanıklık. Su ne kadar bulanıksa güneşten gelen sıcaklığı o derece emer ve sıcaklık artar. 1989 öncesinde suyun bulanıklık seviyesi ortalama 8 metreydi, 2015’te 1,4 metreye kadar düşmüş durumda...

Marmara’da oksijen miktarı yerlerde sürünüyor. Oksijen şu an müsilaj yüzünden daha da düşük. Marmara Denizi’nin “o bölgesi bu bölgesi” yok. Bir havuza içme suyu doldurup bir köşesinden pis su bassanız o su içilir mi?

Ve daha niceleri…

★★★

Bu röportajın hepsini okuyun lütfen... Durum bu kadar ciddi... “Biz bunu da çözeriz evelallah” ya da “ey müsilaj” falan diye çözülecek bir konu değil. Ciddi bir seferberlik şart. Buradan kurtarma faaliyeti yürütenlere de ayrıca seslenmek isterim: Tecrübeli bir dalgıç olarak çalışmalarınıza gönüllü olarak katılmak isterim. Ya da başka elimden ne gelirse...

Çünkü...
Bakınız Levent Artüz ne diyor:

“Ölüm doğal bir olay, hepimizin başına gelecek. Ama trafik kazasında ölüyorsanız, bu doğal ölüm değildir. Müsilaj da o anlamda “doğal” bir olay değil. Doğal bir olay olsaydı, Marmara’nın 2000 senelik oşinografik tarihinde buna mutlaka rastlardık. Marmara’daki anomaliler 1989’dan itibaren başlıyor. Bunu biraz oturup düşünmek gerek.”

Gıda ve ekoloji aktivisti Defne Koryürek’in Doçent Ebru Güzel’in “Yeni Öncüler” kitabında söylediği söz geliyor aklıma bir kez daha:

“İstanbul tükürüyor bizi!”


KAYNAK:

1.https://www.birartibir.org/ekoloji/1170-cesedin-curumesidir-bu

2.Yeni Öncüler, Ebru Güzel (Alfa Yayınları 2020)