Öfke, incinmeye verilen ilk tepki. Ham halinde bütünlük duygusunun zedelenmesi olarak hissedilir. Varoluşa yönelik bir tehdit. Öyle ki, varoluşun bağlı olduğu “düzen” algısına uymayan durumlarda ortaya çıkar. Öğretmen ders anlatırken “yaramazlık” yapan öğrenci, öğretmenin düzenine yönelik bir tehdit gibi algılanır. Nedir, öğretmen öğretecek, öğrenci de öğrenecek, düzen budur. Öğrenmek dururken yaramazlık yapan öğrenci, öğretmenin “komutasındaki” […]

Öfke, incinmeye verilen ilk tepki. Ham halinde bütünlük duygusunun zedelenmesi olarak hissedilir. Varoluşa yönelik bir tehdit. Öyle ki, varoluşun bağlı olduğu “düzen” algısına uymayan durumlarda ortaya çıkar.

Öğretmen ders anlatırken “yaramazlık” yapan öğrenci, öğretmenin düzenine yönelik bir tehdit gibi algılanır. Nedir, öğretmen öğretecek, öğrenci de öğrenecek, düzen budur. Öğrenmek dururken yaramazlık yapan öğrenci, öğretmenin “komutasındaki” öğrenme düzenini bozmakta ve öğrenci varoluşunun sınırını ihlal etmektedir. Kendi varlığını öğretmen olma kimliğiyle bir ve aynı tutan öğretmen, öğrencinin öğrenci kimliğinin sınırlarını ihlal etmesiyle kendi varoluşunu tehdit altında hisseder.

İçinde iktidar ilişkisi taşıyan bütün eşleşmeler benzer yapıdadır. Ebeveyn- çocuk, amir- memur, üst- ast, koca- karı, işveren- işçi uzayıp gider.

Evden dışarı çıkmak için kocasından izin almayan kadın, evlilik düzenini ihlal ederken aynı zamanda kocanın bu düzen içindeki komutan rolüne de hasar vermiş olur. Komutanlığının gücünün yıpratılmasını koca, kendi varoluşuna yönelik bir saldırı olarak anlamlandırır. Kadın, düzeni bozmakla kalmayıp kocanın düzen bekçiliğiyle eşleşen kendine değer verme hissini de yaralamış olur. Kendi sefil hayatında tutunduğu neredeyse tek değer olan kocalık yetkisine uyulmaması öyle bir incinme hissine yol açar ki, bu his ancak onu ortaya çıkaranı yok ederek diner. Sözünü dinlemeyen kadını öldüren koca, erkek egemen evlilik düzeninin koruyucu fedaisi olarak kendi geleceğinden vazgeçme pahasına düzeni korumuş, diğer kadınlara da gözdağı vermiş olur. Kazanan hep düzen olur.
İşçi için asgari ücret, düzene tabi olmanın alt sınırıdır. Bu rakam yoksulluk değil ama açlık sınırının altına düşmediği sürece, işçi düzenin katlanılabilir olduğunu hisseder. “Geçinebilen” işçi için düzen, kaderden ona düşen paydır. Mezun olduğunda iş bulabileceğine inanan öğrenci için de böyledir. Bütün kararları kocasına bırakan kadın da eve ekmek geldiği, kötü muamele görmediği, bayramlarda ana babasının elini öpmeye gidebildiği sürece kadınlık kaderinin şanslı ve saygın bir temsilcisi olarak hisseder, varoluşunu.

Düzen, ezilene bir yandan verili durumu, başta din olmak üzere her tür baskı aracıyla kader olarak yuttururken, özellikle orta sınıfa da daha yukarıya çıkma imkânı varmış hayalini pompalar. Yırtmak mümkündür ve bunu başaranlar da vardır. Tabi, düzene uyarak, aksi halde düzen bozulursa elindekileri de kaybetmek ve daha aşağıya düşmek riskini de gözüne sokarak yapar bunu.

Reich’ın “dinle küçük adam” diye seslendiği ve “düzenin astsubayı” olarak tanımladığı orta sınıf, düzen krize girmediği sürece parmağını bile bu yüzden oynatmaz. Yırtma umudu oldukça ve elindekinden olma korkusu sürdükçe orta sınıfın düzenin asli bekçiliğini sürdürmesi bundandır.
Ama düzen krize girdiğinde işler değişir. Asgari hayat koşullarını sağlamak bile imkânsızlaşırken, öyle ya da böyle ayakta duran orta sınıfta “geçinemez” olmaya başladığında ezilenlerin öfkesi kaynamaya başlar.

Öfke kendi haline bırakıldığında düzeni sağlayamayan yöneticilere yönelir. Yönetmeye uygun değildir, kötü yönetmektedir, o giderse ve iyi bir yönetici gelirse krizden çıkılabilecektir. Öğretmen öğretemiyor, sınıfta hâkimiyet sağlayamıyordur; koca eve ekmek getirmiyor, parayı dışarda “karı kıza, içkiye harcıyordur”, kadın ne yapsın denir.

Böylece ezilenlerin öfkesi bir yol ayrımında durur. Asgari de olsa hayatta kalmayı sağlayacak ve orta sınıfa tekrar yırtma olanaklarını sunacak “daha güçlü bir yönetici”yi çağırmak ile düzeni “kökünden değiştirmek.”

Tarih bize, ezilenlerin öfkesi düzeni değiştirecek bir siyasal örgütlenmeye evrilmediğinde aynı öfkenin daha sert, daha zalim diktatörlere davetiye çıkardığını gösteriyor. Tarihe gitmeye de gerek yok aslında; ister Avrupa’ da yükselen göçmen karşıtı, ırkçı yeni sağcılara bakın, isterseniz Türkiye’nin bu günkü haline.