“Thank you for your attention and we wish you a good flight”

Uçaktaki anons bitti ve ben yanımdaki arkadaşıma “söylemiştim” der gibi gülümsedim. Arkadaşım “Gerçekten de öyleymiş, hiç dikkat etmemiştim” dedi.

Uçaklarda güvenlik bilgileri Türkçe ve İngilizce anons edilir. Önceden kaydedilmiş bu anonsları genellikle kadın sesiyle duyarız. Türkçe anonsu yapan kadının sesi ya ergenliğe girmemiş bir kız çocuğunun veya yatak odasını sadece uyumak için kullanan frijit bir kadının tonlamasındadır. Hemen ardından gelen İngilizce anonstaki kadın sesiyse (belki her ikisi de aynı kadının sesidir) harika geçen bir gecenin büyüsü hâlâ üzerinde olan alabildiğine “kadın” bir kadın tonlamasında olur.

Çünkü Türkiye’deki baskı, kadına “kadın” olma hakkı tanımaz. Kadın ya “kız çocuğu”dur veya ununu çoktan elemiş bir anne. Bu nedenle otuzlu yaşlarda kadınların birçoğu hala çocuk sesiyle konuşur. Bu bir yanıyla erkeklerdeki iktidar saplantısını kışkırtma amacı taşıyorsa da, daha genel olarak korunma içgüdüsüyle yapılır. Babasının küçük kızı, sadece babasına karşı değil, ailesinin diğer fertlerine, hatta mahallesine çaktırmadan büyür. Onun cinsellik yaşama ihtimali yoktur. O cinsiyetsizdir. Kadın olmak utanç verici bir şeydir. Bu nedenle sadece regl pedleri değil, kadının kendisi de poşetlenmeli ve gizlenmelidir. Taa ki, kadınlıktan büsbütün vazgeçip kendini evladına adamış bir “ana” olana dek. Uçaktaki anons tonlamalarındaki farklılık bu ülkedeki egemen erkek faşizminden bağımsız okunabilir mi?

***

Türkiye bir ara her gün ifşa edilen tapelerle dolu bir gündem yaşadı. İktidar kendini korumak için ses kasetlerinin bilgisayarla yapıldığını iddia etti… Ses teknolojileriyle birazcık meşgul olan herkes bunun imkansız olduğunu söyledi. Görüntü montajlanabilir ama ses asla. Dünyanın en gelişmiş bilgisayarları bile ses tonunun doğasını taklit edemez. Anında anlaşılır, bir bebek bile farkı anlar… İnsan insanın sesini kısa süreli taklit edebilir ama bilinç akışını taklit edemez. Bu nedenle insan taklidi sadece kişinin en bilinen monologlarını taklitten ibarettir, komedyenler bu özel anları seçer ve jest mimik yardımıyla kısa süreli parodiler yaratabilirler. Kısacası tapelerin gerçek olduğunu, tıpkı devenin gerçek cinsiyetini bilen Muaviye’nin on bin adamı gibi herkes biliyordu ama kimse ses çıkaramadı.

Ne kadar baskı yaparsanız yapın sesleri değiştiremezsiniz ama kısabilirsiniz. Yine de, ne kadar kısarsınız kısın ses gideceği kulağı bulur, en kısık ses bile dağlara kayalara ulaşır ve yankı olarak geri döner.

***

Eline bağlama almış ozanın karakteristik bir sesi vardır. Ozanlar genellikle iki tür ses çıkartır: Ya ağlarlar, ya gürlerler. Pos bıyıklı, ince yelekli, kara saçlı ozanımız eline bağlama aldığında bir başka insana dönüşür. İyi bir ozanın sesi diyaframın en derin yerinden kopup dışarı çıkar. Ali Ekber Çiçek, Arif Sağ, Aşık Veysel bu ağlama ve gürleme dansını ne güzel yapar. Öte yandan Ruhi Su hiç ağlamaz, dimdik söyler türküleri. Abidin Dino’nun insan çizimleri gibidir Ruhi Su’nun söylemesi, olandan ziyade olması istenene ulaşmaya çalışan bir sosyalistin estetik zorlayışı hissedilir. Halkın geneli böyle zorlamalara gelmediği için Ruhi Su türküleri entelektüel mekanlar dışında pek duyulmaz. Ruhi Su’nun yükseltmeye çalıştığı estetiği yerin dibine çekmeye çalışan türkücüler çok daha popülerdir. İbrahim Tatlıses doğal ve eşsiz sesini, bitmeyen esnaf kurnazlığı ve bir türlü doymayan karnıyla sürekli zedeler. Bence Tatlıses’in en büyük israfı Mezopotamya ve Anadolu’nun kadim halk türkülerini kayda almaması olabilir.

Uçaktaki kadın anons sesleri gibi bir durum Livaneli ve Theodorakis’in “O Günler” düetinde de var. Bu neşeli şarkıda bile Livaneli sesini bir türlü rahat bırakmaz, ağırbaşlı, gergin, “bıyıklı solcu” tonu bu şarkıda bile devam eder. Livaneli’nin dili neşeli bir şarkı söylerken, içi “Bize neşeli olmak yakışmaz, bizim buralarda neşeli erkeklere iyi gözle bakılmaz” der gibidir. Bu gerilim Livaneli’nin hakikatini parçalar ve onu bir “halk ozanı”ndan çok “salon şarkıcısı” haline getirir. Sıra Theodorakis’e gelince şarkı hakkını bulur: Theodorakis bir Yunan komünisti gibi halkın tam içinde ve ter içinde, dans eder gibi söyler şarkısını. Livaneli’yi sevmek için entelektüel olmak (veya öyle olduğunu düşünmek) gerekirken, Theodorakis’i sevmek için işçi, balıkçı, çiftçi olmak yeter.

Bu örneği Livaneli’yi eleştirmek için vermedim. Birçok farklı dalda muazzam eserler üretmiş, eli öpülesi bir insan Livaneli. Tek başına “Ey Özgürlük”’ün hakkını ödeyemeyiz. Ama tıpkı anonsçu kadın gibi o da yaşadığı ülkenin basıncını sesinin tonunda yaşatır. Hatta bu ton, bu ülkenin okumuşa, aydına yüklediği ton olabilir.

Bendeki bu tonlama saplantısı Eddie Vedder’ın röportajlarını okumakla başladı sanırım. Bu adam yirmili yaşlarda yaklaşık on adet olağanüstü şarkı seslendirdi. O günlerden beri, neredeyse kırk yıldır kendine bir tonlama bulmaya çalışıyor. Tanımayanlar için, başarısız bir insan değil, Amerika'da yaşayan en iyi vokalistlerden biri hala. Ama yine de, her albümünden sonra bir önceki albümündeki tonlama rahatsızlıklarıyla ilgili uzun uzun konuşmaya devam ediyor. Hep “artık daha iyi” olduğunu söylüyor ama o, biz ve Muaviye’nin on bin adamı hep beraber biliyoruz ki, yeni hiçbir tonlaması Hunger Strike’daki kadar şiirsel değil.

***

Ton kaygısı herhalde tüm vokalistlerde var. Yıldız Tilbe içini dışarı vuran yakıcı sesiyle bir diva bence. Teoman’da uçaktaki İngilizce anonsçu kadınla aynı geceyi paylaşmış adamın sesi var ki bu bana hem komik, hem de ilham verici gelir. Kendi hakikatini arama ve hiç kaygı duymadan yansıtma başarısını yıllardır sürdüren en hayran olduğum ses Athena Gökhan’a ait. Bir de Bizon Murat’ı eklerim ama o bana hemen “Hakikat ne ki?” diye sorar.

Anonsçu kadına cinsiyetini, Livaneli’ye gülmeyi unutturan baskılar ve Eddi Vedder’ınki gibi yılların yarattığı biçimsel kaygılar sesimizin tonunu bozmasın. Bu yazıyı diasporadaki büyük ozanımız Ezhel’e ve kendine Ezhel’i örnek alan adı duyulmuş, duyulmamış müzisyenlere seslenmek için yazdım.

Başınıza bela almayın, gerekirse isimsiz kayıt çıkarın, gerekirse şarkınızı pasaport sorunu olmayan biri seslendirsin… Ne yapın, ne edin, bize çivi gibi şarkılar yollayın arkadaşlar. Buralarda sesimizi iyice kıstılar ama sizin sesinizi kimse kısamaz. Tüm spotify’ları yasaklasalar, kasetlere çeker yine dinleriz sizi.

Törpülenmiş, türlü endişelerle muskalanmış şarkılar değil istediğim. Yirmi yaşındaki delilerin kanlarını kaynatacak çiğ şarkılar üretin. Sosis ve salamdan bahseden, is pas kömür dolu şarkılar. Hemen dillere dolanacak kafiyeler bulun ne olur. Tiktok’ta dans ederek yırtmaya çalışan dokuma işçisi kız kardeşinizin, tekkede dayak yiyerek ‘ilme kavuşturulan’ oğlan kardeşinizin sesi olun.

Benim yazımı on kişi ya okur, ya okumaz. Ezhel umarım bu kez on birinci okurum olur. Çünkü Eddie, Livaneli, Ezhel, biz ve Muaviye’nin on bin adamı, hep beraber biliyoruz ki, iyi bir şarkı en güçlü canavarın bile canına okur.

Hadi dostlar, verin yankıyı.