Tarih, haklı olanların er geç kazanacağına inanarak “bekleyenlerin” cesetleriyle tıka basa dolu. Ekonomik ve toplumsal dinamiklerin siyasal alana yansımalarını “ölçülebilir ve öngörülebilir” bir geleceğin işaretleri olarak görenlerin iyimserliği, daha büyük yıkımdan, daha ağır zulümden başka bir sonuç vermiyor.

Çok uzağa gitmeye gerek yok. 2008 krizini neoliberal neomuhafazakar küreselleşmenin sonu sananlar, bugün Trump’tan kurtulduk diye avunmak zorunda kalıyorlar. Son yirmi yılda ABD, Fransa, Brezilya ve Macaristan’ da “sosyal demokrat” parantezine alınabilecek her liderin/ yönetimin ardından giderek daha da otoriter- sağcı yönetimler iktidara geliyorlar. “Müesses nizamı” sağa göz kırparak restore etme çabaları, yerlerini her defasında daha sağ, daha otoriter ve giderek lümpen faşizme kapı açan yönetimlere bırakıyor. Çok sayıda insan, Biden döneminin sonrasında Trump’ı mumla aratacak birinin gelmesiyle ilgili endişelerini şimdiden dile getiriyor. Türkiye’nin durumu da ortada.

Rosa’nın “ya sosyalizm ya barbarlık” sloganı, yüzyıl sonra yine bize sesleniyor. Öyle ise, solculuk, bu sözü, “Kassandranın Çığlığı” olmaktan çıkarmaya çalışmak olmalı. İki haftadır yazmaya çalıştığımdan muradım bu.

Covid 19 salgınıyla birlikte önümüzdeki döneme dair öngörülebilen neredeyse tek kestirim, zenginle yoksulun arasındaki farkın artık kapatılamaz hale gelecek olması. Zaten kıt kanaat hayatta kalmaya çalışanlar mutlak açlık koşullarına sürüklenecek. Zaten eğitimsiz olanlar daha da “cahilleşecek”.

Şimdinin belirsizlik anaforunda korkuya kapılan, içinde bulunduğu koşulları ne yaparsa yapsın değiştiremeyeceğini, ne kadar çabalasa da yoksulluk ve yoksunluktan kurtulamayacağını iliklerine kadar hisseden “yığınlardan”, kaderi (geleceği) değiştirebileceğini hisseden “kitle” nasıl doğacak? Sıradan insanı, yapabileceğine inandırmanın yolları ne? Ve o kitleyi etrafında kim/ler toplayacak?

Yoksul, yoksun, bilgisiz ve donanımsız, yalıtılmış ve yalnızlaşmış yığınların “kurtarıcı” arzusuna tutunmaktan, şimdiki zamanın “tanrısal liderine” doğru yönelmekten başka çıkar yolu kalmayabilir. Dahası, ezenler, sistemden beslenenler, zenginler de kendilerini ancak bir “tanrısal liderin” koruyabileceğine inanabilirler. Tek tanrılı dinlerden de öncesine dayanıyor Deccal, Mehdi-Mesih beklentisi.

Duygularının esiri olmuş, tek arzusu hayatta kalmak olandan, içinde debelendiği koşulları aklının süzgecinde değerlendirmesini ummak, korkusunu dehşete yükseltmekten başka bir işe yaramayacaktır. Dehşete kapılmış birinin eninde sonunda aklına başvuracağını ve gerçeği bulacağını ummak da nafile.

Onun temel arzusu, her şeyden önce “burada güvendeyim” hissini yaşayabileceği bir “yer”e ulaşmak olacaktır. Bu yer coğrafi de olabilir ama asıl gücünü aidiyetten alır. İşte o aidiyet hissini geliştirmeyi, yığının kitle olarak örgütlenmesi olarak görebiliriz. İnsanlığı kurtaracak olan kitleyi bir araya getirme pratiğidir solculuk. Deccali yenecek olanın Mehdi (Mesih) değil insanlık olacağına inananların oluşturacağı kitle.

Şimdiki zamanın solcusunun, bilgi ile arzuyu, akıl ile duyguyu birleştirecek bir siyasal pratiği hayata geçirmesi gerekiyor. Doğruyu bilmek ve öğretmeye çalışmak değil, doğruyu yaşayan olmak. Solun “muhtaç olduğu kudret” damarlarında değil, geçmişinde akıyor. Geleceğin solcusu bütün geçmiş mağlubiyetlerini bir sıçrama noktası olarak hatırlamalı. Önündeki engeli aşmak için bir kaç adım geriye giderek ivmelenmek gibi hatırlamak. Daha iyi sıçrayabilmek için ayağını daha geriye basmak gibi hatırlamak.

Somut bir örnek. Kırk yıl önce toplumun ezici çoğunluğunun “solcuları öcü, Kürtleri kuyruklu, Alevileri dinsiz, Komünistleri eşlerini paylaşan” olarak gördüğü zamanlarda Devrimciler için biraz şaşkınlık biraz da merakla çok sık söylenen bir söz vardı. Çok iyi biri, çalışkan, dürüst, pırıl pırıl, yardımsever, ahlaklı ama ah bir de Devrimci olmasa! Mahallelerin, fabrikaların, okulların “en güzel abileri, ablaları” hep Devrimcilerdi.

Dara düşenin yanında olan, kim olduğunu sormadan yardım eden, kapısını açan, dersini çalıştıran, okula güvenle gidebilmesini sağlayan, patrona karşı fabrikada hakkını aramasını sağlayan, kocasının dayağını durduran, karaborsacının stoklarını halka dağıtan; Yılmaz Güney’in başına boşuna mı büyüsel bir hale inmişti!

Ezilenin kutup yıldızı olabilmenin yolu onun korkularını aşacağı yolu aydınlatmakla mümkün, ama yolu gösteren değil o yolda yürüyenlerden olarak…