Yönetmen, basketbol sinematografi sanatını yeniden icat etmiş. Hikâye ise gerçekleşebilen bir rüya gibi.

Ezilenin yanında olmak

NBA tarihinin en önemli basketbolcularından LeBron James ile basketbolun büyük fanlarından Adam Sandler’ın yapımcılığını üstlendiği “Hustle” spor filmi türünün hakkını veren, izlemesi son derece keyifli bir yapım. Basketbolun iki nokta iki milyar taraftarı ile tüm dünyada bu kadar popüler hale gelmesinde en büyük pay hiç kuşkusuz NBA. Geniş kitleleri etkileme gücü olan basketbolu her karesi ile ele alan bu yeni spor filmi Netflix’te yayına girdi. Bana kalırsa, Hollywood’un spor filmleri özgün film türüdür çünkü varyasyonlarla bilindik hikâyeleri benzer karakterlerle tekrar tekrar anlatırlar. O yüzden burada anlatılan da çokça anlatılmış olan bir spor hikâyesi. Film, Philadelphia 76ers’ın yardımcı antrenör ve yetenek avcısı Stanley’nin (Adam Sandler) İspanya’da bir sokak kortunda Bo’yu (Utah Jazz oyuncusu Juancho Hernangómez) keşfetmesi ve birçok aksiliğe rağmen bu oyuncuyu NBA’e sokmak için savaşmasını konu alıyor.

BASKETBOL SİNEMATOGRAFİSİ

Sinema ve basketbolun, Adam Sandler’ın kutsalları olduğunu bilmeyen kalmamıştır. Bu sebeple ‘Hustle’ filminin olma sebebi kendisinin bu tutkuları. Ve bu sayede yönetmen koltuğunda kendisini 2018’deki ilk uzun metrajlı bol ödüllü ‘Biz Hayvanlar’ (We the Animals) filminden tanıdığımız Jeremiah Zarar isminde ısrar etmesi, Sandler’ın ne kadar haklı olduğunun da kanıtı gibi. Yönetmenin, basketbol sinematografi sanatını yeniden icat ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Hikâyenin gerçekleşebilen bir rüya gibi hissettirmesini yönetmene borçluyuz. Filmdeki, geniş açı planlar ile görkemleşen, yakın çekimlerde belgeselleşen anlar ile anlam yaratan bir kamera kullanımı görüyoruz. Özellikle müsabaka çekimlerinde, ikili kapışma sahnelerinde ana karakterimiz Bo’nun, rakibinin bakış açısı ile gösterilmesi bu tür içerisinde oldukça yenilikçi bir yaklaşım. Hedefe kitlenen sporcunun motorik özelliklerini kendi zirvesine taşıdığı anların kurgu ile anlatıldığı kısımlar, sporcunun aynı zamanda sosyal, psikolojik özelliklerinin de gelişiminin vurgulandığı olaylar, her ne kadar milyar dolarlık büyük şirketlerin rekabetleri olsa da en büyük vurgunun kardeşlik ve aile kavramlarını üzerine yapılması gibi spor film türüne ait vazgeçilmezler yerli yerindeydi. Tür filmlerinde seyirci filmden ne bekleyeceğini bilir, film seyirciye ne vereceğini bilir. İyi çekilmiş ve anlatılmış spor filmleri seyirciyi eğlendirir, onları heyecanlandırır, azim ile adalet duygusunu zirveye taşıyarak izleyiciye umut verir. O yüzden ben bu filmi sevdim.

BECERİ SİZİ NBA’E GÖTÜREBİLİR Mİ?

Tür filmlerinin çekildikleri dönemin siyasi, sosyal ve ekonomik olaylarından etkilendiğini de düşünürsek bu film birkaç açıdan döneme uygun yeni bir şey söylüyor diyebilirim. Sonuçta sporda başarı yani bir rüya yakalama şansı, atletik becerileri olan yetenekli gençlerin nereden geldiklerine, kim olduklarına bakılmaksızın onlara sağlanır. Peki, bu hâlâ geçerli bir durum mu? Yani kararlılık, yılmama ve beceri sizi NBA’e götürebilir mi? Bence bu film bu soruların cevabını da vermeye çalışmış. Çünkü Bo’nun hikâyesinde sistemin kilitlendiği bir noktada başka bir güç devreye sokulmuş. Sosyal medya ve Z kuşağı. Bo’nun hikâyesinin akışını değiştiren bu desteğin spor filmleri anlatımına yeni eklendiğini söyleyebiliriz. Son on senenin spor filmlerine baktığımda hatırı sayılır bir yere oturtabileceğimiz bu filmi keyifli bir şekilde izleyeceğinize eminim. Adam Sandler hakkında hiç konuşamadık ama bu ciddi halini çok sevmedik mi?