Adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” deniliyor olması olgunun sınıfsal özünü değiştirmiyor. Bu, darbenin kurumsallaşarak kalıcılaşması, sistemleşmesidir.

Ezilenlerin kardeşliği ve birleşik mücadele

Mehmet Yeşiltepe

Saçlarını kavgada toplayabildiği oranda
Güzelleşen bir kadındır yaşadığımız coğrafya.
Özgürlük için dövüşmek,
Dövüşmek için birleşmek bir aşktır bu coğrafyada...

Yöntemsel anımsatmalar
Sınıfsal tahliller, biçimsel olanı ve günlük aklı aşan değerlendirmeler/ölçümler gerektirir. Nasıl ki Lenin’in “proleter devrim” tanımı, tüm ezilenlerin “emekçi” başlığı altında toplanmasını gerektiriyorsa ve kardeşlik, yaygınlıkla bilindiğinin aksine, etnik veya mezhepsel ortaklaşma değil sınıfsal ortaklaşma gerektiriyorsa, bugünün sınıfsal tanımları da bu içerikte değerlendirmeler gerektirir.

Gezi/Haziran sürecinde de rastladığımız bir durumdur, yaygınlıkla yapılan bir tartışmadır; direnişin sınıfsallığına kanıt için deyim yerindeyse sokakta mavi tulumlu işçi aranmıştır. Veya tersine, giyimi, davranışı hatta yer yer sloganı da siyasal görünüm arz etmese de eylemin niteliği/işlevi gereği o toplamın hepsine siyasallık atfedilmesi gerektiğini anlatmak da birleşik mücadeleyi bu kapsayıcılıkla ele almak da kolay olmamıştır.

Bu konuda en sık rastlanan yanılgı, azami program ile asgari programın karıştırılması, ittifakın azami program üzerinden tasarlanmaya çalışılmasıdır. Böyle olduğunda ittifakta ideolojik birlik, azami uyum vb. de aranır. Dolayısıyla da ortaklaşma zemini sol içi birliğe hatta solda bazı kesimlere kadar daralır ki bunun adı/niteliği ittifak olmaktan çıkar.

Kısa da olsa anımsamak gerekirse, devrimciler açısından temel çelişme ve baş çelişme hayati önemdedir. Bu önem, Marksist yöntemde soyutlamaya verilen önemle ilintilidir. Soyutlama da bir şeyin özünü ve iş yasalarını bulup çıkarmada, temel olanı temel olmayandan, tayin edici olanı tayin edici olmayandan ayırmada, incelemede kullanılan bir yöntemdir.

Buna göre, devrimin stratejisinin ve taktiklerinin tespiti, doğrudan doğruya bu çelişmelerin tahlilinden kaynaklanır.

Lenin, devrimin asgari ve azami programını belirlerken, demokratik devrimin ve sosyalist devrimin stratejik hedeflerini ayırt ederken, bu çelişmelerin çözümlenmesine dayanmıştır. Tam da bu bağlamda baş çelişmenin tanımı, devrimcilerin aktüel görevlerini tayin etmek açısından belirleyici önemdedir.

Bu genel anımsatmalar ışığında baş çelişme ve dönemsel tezahürünü değerlendirmek, kimlerle kimlere karşı, nerede ve nasıl durmak gerektiğinin saptanmasında yanılgıya düşmeyi önleyen bir sigorta niteliğindedir.

Bugünün koşullarında baş çelişme, oligarşi (tekellerin en büyüklerine kadar daralmış hâkim sömürücü azınlık) ile halk arasındaki çelişmedir. Bunun güncel biçimi, Saray rejimi ile halk arasındaki çelişme biçiminde okunabilir.

Tam da bu nedenle bugün yapılması gereken, Saray rejimi mağduru kesimler ve temsilcileri arasında fark aramak, farkları ayrışma sebebi yapmak yerine, önce Saray rejiminin yani sömürge tipi başkanlığın ne olduğunu görünür kılıp bu konuda farkındalık yaratmaktır.

Saray rejimi nedir?
Bu soruya, sıkça yapıldığı gibi Erdoğan’ın kendisinden, dar/aile çevresi ve ihtiyaçlarından başlayarak yanıt vermeye kalkarsak temel meseleyi, sorunun özünü yani sınıfsal boyutunu ıskalamış oluruz. Bu nedenle, sınıfsal bakışın yöntemiyle “kimler adına ve ne için reis?” sorularına yanıt aramak gerekiyor.

Gerçekte bugün siyasal iradenin tekleşmesi ve bir kontrol toplumunun yaratılmak istenmesi, mevcutlar içinde en büyükleri olan az sayıda tekelin her şeye hâkim olmak ve siyaseti engelsiz biçimde belirlemek istemesiyle doğrudan ilintilidir.

ezilenlerin-kardesligi-ve-birlesik-mucadele-517536-1.
Sınıf karşıtlarımızın teknik, ekonomik veya kültürel, direkt veya dolaylı bir yığın aracı vardır. Ehlileştirmeye de asimilasyona da geçmişte olduğu gibi tedip, tenkil ve tehcire de başvuruyorlar. İşte Haziran, bu vb. araçlara karşı halkın özne olarak direnci büyütmesini ve alternatifi örgütlemesini yani sözün, yetkinin ve kararın kendisinde olmasını sağlamaktır.


Adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” deniliyor olması olgunun sınıfsal özünü değiştirmiyor. Bu, darbenin kurumsallaşarak kalıcılaşması, sistemleşmesidir. Genelde darbeler nasıl sermayenin önündeki engellerin kaldırılması ve azami çıkarlarının gözetilmesi ise Türkiye’de de 16 yılın sonunda tesis edilmiş olan rejimin amacı/niteliği budur. Bu bağlamda reis de sermayenin reisidir; amaç, darbenin gereklerinin kesintisiz biçimde yerine getirilmesidir. OHAL koşullarında grev yaptırılmadığının itirafı da bugün kişiye özel çıkarılan kararnameler de “kim için, ne için başkanlık” sorularının somutlanmış yanıtıdır. Erdoğan, millet egemenliğinin önündeki tüm engellerin kaldırıldığını söylüyor. Gerçekte kaldırılan sermayenin egemenliğinin önündeki engellerdir, ortaya çıkan da tüm devlet imkanlarının aynı anda ve her durumda engelsizce kullanılabildiği bir siyasal tekelleşmedir.

Bugün Üçüncü Havalimanı’nı, Osmangazi Köprüsü’nü veya Zafer Havalimanı’nı deyim yerindeyse açıp içine baktığımızda, Başkanlığın ekonomi politiğini görürüz. Cumartesi Anneleri’ne, greve çıkmak isteyen işçilere veya Üçüncü Havalimanı işçilerine yapılanlara baktığımızda ise bu ekonomi politiğe eşlik eden toplumsal kıskacın (rejimin) niteliğine tanık oluruz.

Ne yapmalı, nasıl yapmalı?
Bilinen genel bir doğrudur, darbe koşullarında veya ona denk baskı/sömürü rejimlerinde, bu rejimden yana çıkarı olan kesimlerle en geniş halk kesimleri arasındaki çelişme keskinleşir, potansiyel itirazın çapı büyür. Ve bu nedenle de muhalif zeminde ittifaklar çeşitlenerek genişler.

Dünyada çeşitli örnekleriyle bildiğimiz faşizme karşı birleşik cepheler de 2013 Haziran’ında sokakta oluşan heterojen toplam da bu tür süreçlerde “nasıl yapmalı”ya dair örneklerdir. Sokağın o günkü somutundan bir soyutlama yaparak diyebiliriz ki bütün ezilenler nesnel olarak ezenin karşısındadır, emek-sermaye çelişmesinde emek tarafındadır ve kardeşleşme potansiyeli taşır.

Ancak bugün bu potansiyele rağmen Saray rejimini, güçlü değilse de sürdürülebilir kılan, ezilenin yani sınıfsal olarak Saray’ın karşısında olması gerekenin, bu bilinçle buluşmasını önleyen/geciktiren faktörlerdir. En geniş kitleler bir taraftan kriz koşullarının maddi ağırlığı altında ezilirken, diğer taraftan hayatı kılcallarına dek belirleyen ve soluk alma kanallarını tıkayan bir kuşatma altındadır.

Çözüm de bu gerçeklik dikkate alınarak geliştirilmelidir. Onlar, hayatın kılcallarına kadar uzanıp alternatif çıkışları kaynağında boğuyorsa biz de hayatın kılcallarına dek uzanan bilinçlendirme, örgütlenme ve alternatifi örme çalışmalarıyla, toplumsal antikorlar gibi çalışan Haziran örgütlülüğü ile karşılık vermeliyiz.

Bu, genişliği ile bilinen herhangi bir kitleye ölçüsüzce ulaşmak değil, sistemle sorunu olan muhalif kesimlerin birleşikliğini sağlamaktır. “İnsanlar bir araya gelip ortak eylemde bulunabildikleri sürece umut da vardır” diyen Arendt bir yanıyla da bunu kastediyor.

İşte Birleşik Haziran Hareketi bu bilinçle ve nasıl yapılması gerektiğinin şifrelerini Gezi deneyiminden alarak, buna kalıcı/örgütlü biçimler vermeyi amaçlayan bir perspektifle oluşturulmuştur. Bugün işleyişte veya sürece yanıt olmakta yaşanan kimi sıkıntılar gibi genişleme ve sokakta görünürlüğü artırma konusunda gözlenen atalet, söz konusu perspektifle uyuşmamakta, kolektif üretip davranma konusundaki yetersizliğe işaret etmektedir. Bu, aynı zamanda birleşik mücadelenin de öğrenilmesi gereken türde bir şey olduğunun göstergesidir.

Haziran, öğrenilmesi gereken türde bir şeydir
Yaklaşık yüz yıl önce Lenin, “Yalnızca öncüyle zafer imkansızdır” demiş ve devrimin kitlelerin eseri olacağı gerçekliğinin altını çizmişti. Bu bağlamda Haziran, bir yanıyla da araç çoğaltmaktır; halkın olduğu her yere gitmek, itirazda da alternatifte de halkın bizzat katılımını sağlamaktır.

Sınıf karşıtlarımızın teknik, ekonomik veya kültürel, direkt veya dolaylı bir yığın aracı vardır. Ehlileştirmeye de asimilasyona da geçmişte olduğu gibi tedip, tenkil ve tehcire de başvuruyorlar. İşte Haziran, bu vb. araçlara karşı halkın özne olarak direnci büyütmesini ve alternatifi örgütlemesini yani sözün, yetkinin ve kararın kendisinde olmasını sağlamaktır.

Bu konuda geçmiş dünya ve ülke pratiğinde pek çok deneyim vardır. Ancak bu deneyim çokluğuna denk bir yeniden üretim söz konusu değildir. Asgari program etrafında azami buluşmayı hedefleyen bu türden araçların, azami programla daha dar ve homojen biçimde örgütlenen kadro hareketleriyle karıştırılması, birinin diğerinin yerine konulmak istenmesi veya birinin ölçüsünün diğerinde aranması gibi çeşitli nedenler, Haziran’ın da alternatifin de kolektif üretimin de öğrenilmesi gereken türde bir şey olduğunu gösteriyor.

Bugüne kadarki pratik sürecin, Haziran’ın gerek “ne olması” gerekse de “ne olmaması” gerektiği konusunda hafife alınamayacak bir öğreticiliği olmuştur. Ancak bu yeterli değildir. Bizlerin Paris Komünü’nden de İspanya İç Savaşı’ndan da Direniş Komiteleri’nden de faşizme karşı birleşik cephe deneyimlerinden de öğreneceği çok şey vardır. Önemli olan, tarihten öğrenirken deneyimi ve birikimi güncelleyerek bugünün koşullarının ihtiyaç haline getirdiği birleşik mücadeleyi gerekli araçlarıyla beraber somutlamaktır.