Onların yoksullukları sadece ailelerinin ekonomik koşullarıyla sınırlı değil, onlar barındıkları ve aynı zamanda eğitim gördükleri kurumda duygusal, fiziksel, kültürel, sosyal anlamda onları destekleyecek koşullardan da yoksunlar.

Ezilenlerin Pedagojisi: Okul traşı

Emine Uçar İlbuğa

Yönetmen Ferit Karahan senaryosunu Gülistan Acet ile birlikte yazdığı ve kendi yaşam öyküsüne ve gözlemlerine dayalı kurgusal bir hikâyeye dayanan Okul Tıraşı filmini, coğrafi konum ve iklim koşulları nedeniyle kışın ulaşımın oldukça zor olduğu Van’ın Bahçesaray (Müküs) ilçesinde çekti.

Okul Tıraşı filminin ilk gösterimi Uluslararası 71. Berlin Film Festivali Panorama bölümünde yapıldı ve film Fibresci ödülünü aldı. Ayrıca 38. Fecr Film Festivali’nde En İyi Senaryo, 36. Uluslararası Valancia Film Festivali Cinema Jove’da En İyi Film ve En İyi Seyirci, 58. Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film, En İyi Senaryo ve En İyi Kurgu, 32. Ankara Film Festivali’nde En İyi Kurgu ödüllerinin sahibi oldu ve hala ulusal ve uluslararası festivallerdeki yolculuğu devam ediyor.


Yönetmen çok kapsamlı bölge yatılı okulundaki eğitim sorununu minimal bir dille Yusuf’un gözünden sinemaya taşıyor. Okul Tıraşı Rıfat Ilgaz’ın öğretmenlik deneyimlerine dayalı Hababam Sınıfı eserindeki gibi haylaz öğrencilerin dostluğu, zaman zaman eğlenceli zaman zaman hüzünlü nostaljik hikâyeleri ya da Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan’ın İki Dil Bir Bavul filminde olduğu gibi bir Kürt köyündeki ilkokulda Türkçe bilmeyen öğrencilerle Kürtçe bilmeyen öğretmenin hikâyesinde işlenen sorunlardan oldukça farklı. Buradaki öğrenciler yoksul, ailelerinden uzakta, kentten, kasabadan yalıtılmış binalarda kurallarla çevrelenmiş, sıkıştırılmış bir yaşam sürdürüyorlar. Onların yoksullukları sadece ailelerinin ekonomik koşullarıyla sınırlı değil, onlar barındıkları ve aynı zamanda eğitim gördükleri kurumda duygusal, fiziksel, kültürel, sosyal anlamda onları destekleyecek koşullardan da yoksunlar.

Yatılı okullarda öğretmenlere dayatılan yetki ve sorumluluklar

Her okul çağına gelmiş çocuğun eğitime eşit bir şekilde erişebilmesi gibi iyi niyetli bir amaçla kurulmuş da olsalar daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde açılan Yatılı Bölge Okulları (YİBO) ilk ve ortaöğretim çağındaki 7-18 yaş grubu çocuk ve gençlerin aile ve sosyal çevrelerinden koparılarak kasaba ve kent merkezlerinden soyutlanmış, etrafı duvarlarla sıkı sıkıya çevrilmiş beton binalara hapsedildikleri yerler oldu. Burada örgün eğitimin gerekli kıldığı temel derslerin dışında çocuk ve gençleri sanatın farklı alanlarında yeteneklerini ortaya çıkaracak olanaklar, sporla iç içe olabilecekleri fiziki koşullar, alanlarında uzman eğitimciler gibi, henüz çocuk yaşta ailelerinden ayrılan öğrencilere ve ergenlik döneminin tüm duygusal ve fiziksel değişimleri ile baş etmeye çalışan gençleri destekleyecek okul psikologları, yüzlerce öğrencinin sağlık sorunlarını çözümleyecek sağlık ekibi, ders ve etüt sonrası boş zamanlarında birlikte oturabilecekleri, kendilerini evlerinde hissedebilecekleri televizyon izleme odaları, kütüphaneler yerine yasaklar ve kurallarla çerçevelenmiş bir anlayış baskın oldu. Elbette bireysel performansları, yeterlilikleri, duyarlılıkları ve çabaları ile öğrencileri anlayan, destekleyen öğretmenler ya da yöneticilerin varlığı söz konusu olsa da burada sözü edilen mesele bireysel duyarlılıktan öte yüzlerce çocuk ve gencin topyekûn eğitimini hedefleyen bir devlet kurumu. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde eğitim “çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine okul içinde ve dışında, doğrudan veya dolaylı yardım etme, terbiye” olarak tanımlanıyor. Hele de bu kurum bir yatılı okul ise eğitimin belli bir zaman dilimiyle sınırlı olmadığı, gece ve gündüzüyle, boş zamandan, sınıf içi etkinliklerine, uyku düzeninden beslenmesine, temizlikten güvenliğe kadar uzanan zorlu ve kapsamlı bir süreci de anlamak gerekiyor.

Öncelikle matematik, Türkçe, sosyal bilgiler, coğrafya ya da yabancı dil gibi branşlarda eğitim fakültelerinde öğrenim gören öğretmenlerin hasbelkader Yatılı Bölge Okullarında istihdam edilmeleri onların derslikler ve ders araları dışında okulun yatakhane, yemekhane, banyo, sabah ve akşam etüdü ve boş zaman etkinliklerini de kapsayan çok farklı alanlarda sorumluluk almalarını gerektiriyor. Yani diğer örgün eğitim kurumlarından oldukça farklı ve 24 saat burada yaşayan çocukların yaşamına eşlik etmek gerekiyor. Bunun için bu öğretmenlerin ayrıca bir eğitim almaları söz konusu olmadığı gibi, ekonomik olarak da bu görevi üstlenmelerini özendirecek bir destek söz konusu değil. Ayrıca okullarda kültürel ve sanatsal faaliyetlerin, okul aile işbirliğinin yetersizliği, öğrenci sayısının fazla olması, yetersiz personel gibi nedenlerle öğretmenlere hem bakıcı, hem psikolojik danışman hem yönetici olarak 24 saatlik nöbette yüklenen çok fazla sorumluluk sistemin öğretmenleri ezmesi ve sistem karşısında öğretmenleri de anı kurtarmaya, bir an önce sorunsuz nöbeti teslim etmek adına öğrencilerine karşı sert ve acımasız olmalarına hatta sorunları görmezden gelmelerine itebilmektedir. Ayrıca çoğu zaman Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerindeki okullara yeni mezun öğretmenlerin zorunlu görevle gönderildikleri düşünülürse henüz deneyimi olmayan genç öğretmenlere yüklenen sorumluluğun önemi ve ağırlığı da daha bir anlaşılır. Okul Tıraşı filmi bu anlamda bir eğitim kurumunda görev yapan öğretmenleri eleştirmiyor bilakis sistemin kendisini topyekûn bir sorun olarak ortaya koymayı deniyor. Ayrıca özellikle 1980’li yıllardan itibaren bu kurumlarda sanatsal, kültürel, sportif faaliyetlerin yerini farklı dini cemaatlerin aldığını da belirtmek gerekiyor.

Eğitimin travmatik halleri: Bir ceza biçimi olarak saç tıraşı

Filmi hasta olan arkadaşı Mehmet’e yardım etmek isteyen; onun için nöbetçi öğretmenden, okul müdürüne kadar herkese ulaşmaya çalışan Yusuf’un gözünden izliyoruz. Yusuf’la birlikte okulun banyosunda, yatakhanesinde, dersliğinde, koridorlarında, öğretmenler odasında, kantininde, mescitte, karla kaplı okul bahçesinde, arkadaşının başında revirde onun çözüm arayışlarına tanık oluyoruz. Onu biz izleyiciler tüm duygusal gelgitleri, çaresizlikleri ile görürken; okul yöneticileri, öğretmenleri görmüyor, adeta görmezden geliyorlar. O ne zaman sorumlu nöbetçi öğretmen, müdür ya da personelden arkadaşının hastalığı ile ilgili yardım istese hep bir başkasına yönlendiriliyor. Hiç kimsenin sorumluluk almak istemediği Mehmet’in tüm sorumluluğu Yusuf’un omuzlarına yükleniyor.

Okul Tıraşı’nda sürekli itaat edilmesi gereken kurallar arasında “en küçük hatalarının bile cezasız kalmadığı” ve askeri bir disiplin ortamında büyüyen çocukların duygusal ihtiyaçları kimse tarafından görülmüyor. Film duvar dibinde evlerini özleyen, ödünç aldıkları telefonla anne sesine tutunmaya çalışan, yemekhaneden biraz fazla ekmek aldıkları için herkesin önünde aşağılanan, ceza olarak saçları kesilen, gece uykusunda korkan ve sıcak bir sarılmaya hasret kalan çocukların öyküsü. Bu öykünün geçtiği sistemde Peter Weir’in Ölü Ozanlar Derneği filminde katı kurallar arasında sıkışmış gençlere Robin Williams’in canlandırdığı, sisteme karşı yol gösterecek “millet, kendi sesinizi bulmak için çabalamalısınız. Çünkü ne kadar uzun beklerseniz, bulmanız o kadar zor olur, anı yaşa” diyecek Keating öğretmenlere de yer yok.

1Paulo Freire, (2019), Ezilenlerin Pedagojisi, Çeviri: Dilek Hattatoğlu, Erol Özbek, Ayrıntı: İstanbul.