İnsanın onurunu kendi eylemleri belirler. Onur, kişiseldir; kendisinden başka kimse kıramaz. Peki insanlığın? Her insan kendi onurundan kendisi sorumludur; peki kim kendi onuruyla insanlığın onurunu bir tutar? Sadece kendisinden değil, kim insanlıktan da kendini sorumlu hisseder?
 
Zulmün en ağırıyla onurunda bir gedik bile açamadıkları Sırma’ya bir an, sadece bir an çalabilmek için, koridorda koşturup demir kapıyı hışımla açıp elinden alıp parçalayacaklarını bilmesine karşın, geceler boyu saç telinden, tencere kapağından saz yaptıran güç nedir?
 
Ve o bir kaç nota nasıl da yener zalimin zulmünü, insanlığı(mızı) kurtarır!
 
Ve nasıl da zayıf, korkak ve aslında yapayalnızdır o gardiyan devlet kemençeyi parçalarken...
 
Çiğdem’in unutmamak elinde değil, ama o her sabah yeni baştan yeni baştan hatırlamak zorunda olsa da, her sabah ve her hatırladığında yine aynı Çiğdem olabilmek için gayret ediyor. Peki biz? Biz hatırlıyor muyuz 19 Aralık 2000 tarihini?
 
Muharrem milletvekilleriyle birlikte seyircilere de soruyor; insan neden ölmeyi seçer, bu dünyada ne ölmeye değerdir? Kendini öldürmeyi istediğini düşünenlere siz gerçekten nasıl yaşamak istiyorsunuz diye sesleniyor?
 
Ftipinin mağdur ettiklerinin gardiyanlar da olduğunu gösteriyor Ramazan bize. Ftipinin, gardiyanlardan çakma masa yaptırmaya çalışan sonradan görmeye, üç kuruşunu ‘beygirlere yatıran’ marangozdan Hayriye ananın ardında bulanıklaşıp kimliksizleşen kadına kadar velhasıl toplumun tümünü, hepimizi tutsak ettiğini iliklerimizde hissediyoruz.
 
Yalnızlaştırma, tecrit, hücre, mutlak sessizliğe gömüp aniden patlayan metal çarpma sesleriyle insanın ruhunu örseleme tekniğini geliştirenin de insan olması gerçeğini yüzümüze çarpıyor.
 
Kötülüğün nasıl bir teknoloji ve uzmanlaşma alanı olabildiğini ve müdüründen doktoruna insanın nasıl da sıradan ve banal bir kötülükle kaplanabildiğini görüyoruz.
 
Ne kadar yalıtıp, yalnızlaştırmaya çalışılsa da insanın ruhunun, bilincinin bir limon içinde ya da topla duvarları, demir kapıları aşıp bütünleşebildiğini, çoğalabildiğine tanık oluyoruz. Bütün yolları kapattıkları sananlara karşı tavanda bile yürünebileceğini ve görünmez kılma gayretlerine ayak izleriyle yanıt verilebileceğini...
 
Türkiye’de devletin ne menem bir zalim olduğunu Hayriye ananın uzaklara bakan ama ne bize ne kendisini aşağılamaya çalışan gardiyana bakmayan gözlerinden okumaya çalışıyoruz. Hayriye ananın bir an için bile olsa gözlerini bize dikeceği kaygısıyla donakalıyoruz ama baksın da istiyoruz; bir an gözgöze gelebilmek ve onun onurundan beslenmek umuduyla da yanıyoruz. Bakmıyor ama; ne soyunurken ne sonrasında otobüste giderken.
 
Hiç bakmıyor bize, ama içten içe biliyoruz, utandığından değil, bizim utandığımızı görmemek için bakmıyor.
 
F tipi film de kahramanlık hikayeleri yok. Tam da tersine insanın insan olmak ve insanlığını koruyabilmek için ne denli olanaklar barındırdığını anlatıyor.
 
Demem o ki  bu kadar zulme insandan yana umudumuzu koruyabilelim diye direnildiğini, direnmenin mümkün olduğunu gösteriyor.
 
 
 
Yapabilirsin be arkadaşım diye sesleniyor. Yapabilirsin sen de! Sen de kendi onurunla insanlığın onurunu bir tutabilirsin. Yeter ki hatırla, hiç bir şey yapamasan da, unutma hiç değilse...
 
Yeni yılda gönlünüzce bir gelecek için umut ve cesarete ihtiyacınız varsa F tipi Film’e gidin, bulacaksınız...