Hep tatsız şeylerden söz edecek değiliz. Bu hafta başıma gelen çok güzel bir şeyi paylaşmak istiyorum.

Bir yemeğe davetliydim. Arkadaşım “Seni Birant ile tanıştırayım. Belki babasını bilirsin, besteciydi; Faik Canselen” dedi. Birant tam kafasıyla “nerden tanıyacak” gibi bir jest yaparken, “Bilmem mi! Bariton, koro ve orkestra için bir eserinin dünyada ilk seslendirilişinin solistiydim” deyiverdim. Gerçekten inanılmaz bir tesadüftü. Sene 1998 falan olmalıydı. Faik Canselen, eseri için solist olarak beni seçmişti. Hatta eserin notalarının el yazısından bilgisayara geçirilmesine de gönüllü olmuştum. İlk seslendirilişi ise Şef Rengim Gökmen yönetimindeki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde seslendirmiştik.

***

Faik Canselen’in yaşam öyküsü de çok ilginç. 1908 yılında Trakya göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Balkan Savaşı sırasında, Kırklareli’de dünyaya geliyor. Annesini küçük yaşta kaybediyor. Babasının da Çanakkale Savaşları’nda cepheye gitmesi üzerine kimsesiz çocukların barındığı bir “şefkat yurdu”nda büyüyor. İlkokulu İstanbul’da tamamladıktan sonra, 1926’da Musiki Muallim Mektebi’ne giriyor. Okulunun ilk mezunlarından oluyor ve bir süre müzik öğretmenliği yapıyor.

1934 yılında çok sesli müzik alanında Türk bestecileri teşvik etmek için Atatürk’ün direktifi ile Cumhuriyet Gazetesi’nin düzenlediği beste yarışmasında sonradan bir suit haline getireceği “Köy Düğünü” adlı eseri ile birinci oluyor. Bu yarışmadan sonra Cemal Reşit Rey ile tanışıyor ve aralarındaki dostluk, onu bestecilik çalışmalarında daha da teşvik ediyor.

***

1938 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’na girip Ferit Alnar’ın öğrencisi oluyor ve Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde armoni öğretmenliği yapıyor. İleri Kompozisyon ve Orkestra Yönetimi bölümlerini tamamladıktan sonra, 1947’de devlet bursuyla Fransa’ya gönderiliyor. Canselen, Paris Ulusal Konservatuarı ve Cesar Franck Müzik Yüksek Okulu’nda müzik eğitimi alıyor.

Yıllar sonra böyle güzel bir tesadüf ile tanıştığım Faik Canselen’in oğlu Birant ile koyu bir sohbete daldık o akşam. Bana babasının hiç bilmediğim eserlerini dinletti. Daha sonra bir gün İstanbul’da buluşup Canselen’in eserlerinin notalarını incelemek konusunda sözleştik.

***

Cumhuriyet’in yetiştirdiği bu değerli bestecimizle bir şekilde yıllar sonra “karşılaşmak” beni çok mutlu etmiş olsa da bir yandan da bugünü düşünerek hüzünlendim. Atatürk Cumhuriyeti’nin sanata ve sanatçıya verdiği değerle, günümüzün takunya seslerini ister istemez karşılaştırıyor insan. O zaman ne kadar değerli ise sanat ve sanatçı, bugün maalesef “yangında ilk yakılacak…”

Bırakınız sanatın ve sanatçının desteklenmesini, bu ülkede pandemi salgını boyunca çok sayıda müzisyen intihar etti. Bugün hala saat kısıtlamalarıyla, astronomik vergilerle sanatçılar nefessiz bırakılıyor. Devletin sanat kurumları siyasilerin egolarına teslim olmuş durumda. Vasatın bu kadar değer gördüğü bir dönemi herhalde daha önce yaşamadı bu coğrafya.

Gelecek güzel günlere inanıyoruz! O günlerde ise yapılması gereken ilk şey bir kültür devrimidir. İktidarı 2023 yılında devralacak kadroların ciddi bir kültür sanat politikasına ihtiyaçları var. Bu bir “ayrıntı” değil, öncelik olmalı. Cumhuriyet’in ikinci yüz yılı mutlaka bir kültürel aydınlanma projesi ile başlamalı. Bu “kokmuş karanlık” ancak bu şekilde bir daha geri gelmemek üzere biter.

Faik Canselen’e saygı ve güzel, aydınlık yarınlara özlem ile hepinize güzel bir hafta dilerim…