Cemil Kırbayır, Vedat Aydın, Musa Anter, Madımak... 90’lı yıllarda işlenen cinayet ve katliamların bazıları zamanaşımına uğrarken bir kısmı da benzer tehlikeyle karşı karşıya. Avukatlar, aileler ve hak savunucuları bu duruma tepkili: Zamanaşımı insanlık suçudur.

Faili belli cinayetlerin faili meçhul dosyaları

Hüseyin Şimşek

80’li ve 90’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetlere ilişkin davalar, AKP döneminde bir bir zamanaşımına uğratılarak kapatılıyor. Cemil Kırbayır ve Vedat Aydın cinayetleri zamanaşımına uğratılarak kapatıldı. Bir yıl sonra ise Gazeteci Musa Anter cinayeti davasında zamanaşımına işletilecek. Özellikle JİTEM davalarına konu olan faili meçhul cinayetlerle ilgili tek somut adım atmayan iktidar, bazı dosyalarda 20 yıl, bazı dosyalarda ise 30 yıl olarak belirlenen zamanaşımı süresinin dolmasını bekliyor.

Yargıtay, Cemil Kırbayır’ın 12 Eylül 1980 darbesinden sonra gözaltında kaybedilmesi ile ilgili olarak 2014 yılında yeniden soruşturma açılmasını sağlayan Ardahan Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını bozdu. Dava zamanaşımına uğratıldı.

faili-belli-cinayetlerin-faili-mechul-dosyalari-902563-1.
Cemil KIRBAYIR

Diyarbakır’daki evinden ‘gözaltına alındıktan sonra’ katledilen Halkın Emek Partisi (HEP) İl Başkanı Vedat Aydın cinayetinde yakınlarda yaşanan zamanaşımı, yaklaşık bir yıl sonra Kürt gazeteci Musa Anter dosyası için de işletilecek. Yargı ise bu süreçte soruşturmayı hızlandırmak yerine, sürüncemede bırakacak kararlar almaya devam ediyor. Mehmet Ağar’ın İçişleri Bakanı olduğu dönemde tırmanışa geçen faili meçhul cinayetlere yönelik haberler, doksanlı yıllarda neredeyse her gün kamuoyunun gündemine geldi. Ülkenin dört bir yanında zulme, şiddete maruz kalan, ötekileştirilen, uğradıkları haksızlığa karşı mücadele eden ya da iktidara karşı ses çıkaran binlerce insan katledildi, katillerinin yanı sıra birçoğunun cenazesi bile bulunamadı. Bazılarıysa bombalı saldırıların hedefi oldu. Çok sayıda aile, ‘zorla kaybedilen’ yakınlarını bulmak için kolluk kuvvetlerine başvursa da bu çabaların tamamına yakını boşa gitti.

Çoğunun JİTEM tarafından işlendiği daha sonra birçok itirafla ortaya çıkan olan cinayetlerle ilgili, 2000’li yılların başında yargılama süreçleri de kısmen olsa başladı. 2005’te, yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, Abdülkadir Aygan, Abdülkerim Kırca, Fethi Çetin, Muhsin Gül, Kemal Emlük, Saniye Emlük ve Yüksel Uğur hakkında iddianame hazırlandı. Ancak sanıklardan Abdülkerim Kırca, Yüksel Uğur ve Saniye Emlük’ün dosyaları, askeri personel olmaları nedeniyle askeri mahkemeye gönderildi. Aynı tarihte açılan diğer davalar da ‘askeri personel’ kriteri nedeniyle askeri mahkemelere gönderildi ve yargılamalar bir türlü yapılamadı. Askeri mahkemeler, jandarma personelinin sebep olduğu ifade edilen cinayetleri soruşturmadı. Cumartesi Anneleri ise 852 haftadır gözaltında kaybedilen yakınlarını arayıp faillerinin bulunmasını ve yargılanmasını istiyor.

faili-belli-cinayetlerin-faili-mechul-dosyalari-902561-1.
Musa ANTER

İstanbul’da bulunan Galatasaray Meydanı’nda yıllardır ‘zorla kaybettirilen’ yakınlarını arayan, yaşamını yitirenlerin faillerinin ortaya çıkarılmasını isteyen ve etkin bir yargılama sonucu tüm bu süreçlerin sorumlularının cezalandırılmasını isteyen Cumartesi Anneleri, ‘Tüm kayıpların açığa çıkarılması’ için direniyor. JİTEM davaları, 2010 yılına gelindiğinde yavaş yavaş kamuoyunun gündemini meşgul etmeye başladı. 2010’lu yılların başına kadar 20 yıllık süreyi dolduran yüzlerce faili meçhul cinayet dosyası kapatılırken başta Musa Anter cinayeti olmak üzere bazı dosyalarda ise kısıtlı da olsa yol alınması, zamanaşımı süresini 30 yıla çıkarttı. Anter davası için ifadesi alınan sanık Abdulkadir Aygan, 1992 yılında katledilen Musa Anter’i Hamit Yıldırım’ın öldürdüğünü söyledi. 2012 yılında tutuklanarak cezaevine gönderilen. Yıldırım, sadece beş yıl sonra tahliye edildi, hüküm giymedi. Musa Anter ve JİTEM ana davası dışında, Kızıltepe JİTEM Davası, Dargeçit JİTEM Davası, Ankara JİTEM Davası yapılan yargılamaların ardından adeta tiyatroya dönüştü, faili meçhul cinayetlerle suçlanan birçok askeri personel, bu davalarda ‘aklandı.’ Kimliği belirsiz kişilerce katledilen yurttaşların faillerini bulmak için açılan davalar, birçoğu hakkında somut kanıt ve ifade bulunan katilleri temize çıkarma yargılamasına dönüştü.

faili-belli-cinayetlerin-faili-mechul-dosyalari-902562-1.
Vedat AYDIN

AYDIN DOSYASI KAPANDI

Etkin soruşturma gerçekleştirilmediği için katilleri bulunamayan ve dosyası kapatılan son isim, Kürt siyasetçi Vedat Aydın oldu. Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın, Diyarbakır'daki evinden 5 Temmuz 1991 tarihinde kaçırılarak katledildi. Cenazesi 2 gün sonra Elazığ'ın Maden ilçesinde bir köprünün altında bulunan Aydın hakkında etkin soruşturma yapılmadı. Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı, yetkisizlik gerekçesiyle dosyayı Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdi. 1996'daki Susurluk Kazası'nın ardından hazırlanan rapora da yansıyan cinayet dosyası, 20 yıl boyunca herhangi bir çaba gösterilmeden bekletildi. Cinayeti işleyen kişiden emri veren kişiye kadar tamamen itiraflara konu olan ve yazılı beyanların alındığı olay, 5 Temmuz tarihinde de zamanaşımına uğrayarak kapatıldı. JİTEM ve faili meçhul cinayetlere ilişkin yargının aldığı ‘şaşırtıcı’ son karar ise Mehmet Ağar, İbrahim Şahin ve Korkut Eken’in de aralarında bulunduğu 19 sanık hakkında verildi. Bugün ‘mafya devletinin’ yapı taşlarını döşemekle suçlanan eski İçişleri Bakanı Ağar ile birlikte hareket eden 19 sanığın ‘suç işlemek amacı kurulan silahlı örgütün faaliyeti çerçevesinde tasarlayarak kasten öldürme’ suçundan yargılandığı davada verilen beraat kararı, mayıs ayında bozuldu. İstinaf mahkemesi, bu sanıkların suçsuz oldukları yönünde verilen kararın hatalı olduğunu ifade etti. Böylece ilgili sanıkların yeniden yargılanmasına karar verildi. İktidar tarafından hâlâ korunan bu isimler hakkında mevcut koşullarda bir hüküm verilmesi beklenmese de zamanaşımı sürecini uzatması bakımından yargının aldığı kararın önemli sonuçlar doğurabileceği ifade ediliyor.

ÇÖZÜLMESİNİ İSTEMİYORLAR

JİTEM’in saldırısı sonucunda katledildiği ifade edilen ancak zamanaşımı nedeniyle failleri hüküm giyemeyen Vedat Aydın davası avukatı Mehmet Arif Altunkalem, süreci BirGün’e değerlendirdi.

Altunkalem, Aydın cinayetinin çözülmemesinin tek nedeninin bu tutum olduğunu ifade etti. Aydın’ın Diyarbakır HEP İl Başkanı olduğu süreçte evinden gözaltına alındığını ancak il emniyet müdürlüğünün bir türlü bunu kabul etmediğini ifade eden Altunkalem, “Vakanın ilk olduğu süreçte etkin bir soruşturma gerçekleştirilmedi. Bu tip cinayetler 90’lı yıllar itibarıyla kamu gücünü, otoritesini kullanarak gerçekleştirildi” dedi.

Faili meçhul cinayetlerde zamanaşımı sürecinin 20 yıl olduğunu anımsatan Altunkalem, “Bizim dava dosyamızda bazı şüphelilerin ifadeleri yüzünden zamanaşımı süreci 30 yıla çıktı. Ama bir netice sağlanmadı. Vedat Aydın ve benzeri dava dosyalarında, çok uzun yıllar geçmiş olması, mevcut delillerin zamanında toplanmaması nedeniyle sadece siyasal iradenin isterse failleri bulunabilir. İktidar istemezse asla bulunamaz. Ancak resmi organlar araya girerse hukuk gerçek anlamda yürür. 90’lı yıllarda işlenen birçok cinayet, sırf iktidar istemiyor diye 2010’lu yıllarda birer birer zamanaşımına uğradı. İnsan öldürenlerin yanına kaldı” diye konuştu.

AKP’nin pasif kalmasını da eleştiren Altunkalem, şunları dile getirdi: “Şu anki iktidar, doksanlı yıllarda iktidarda değildi. İstese çok rahat bu dosyaları açığa çıkarabilir, ailelerin bir nebze olsun yüreğini ferahlatabilirdi. Ama iktidarın ismi değişse de hukuk dışı davranış ve fiilde bulunma eğiliminin sürdüğünü, kendisinin olmadığı bir dönemi bile sahiplendiğini gördük. Hukuk dışı metotların noktalanması gerekiyor. Şu anda bu iktidar da dahil tüm iktidarlar hukuk dışına çıkma eğilimine gösteriyor. Bu nedenle ucunun kendisine dokunacağını bilenler, faili meçhul cinayetleri görmezden geliyor, üstünü örtüyor.” Musa Anter’in katledilmesi olayı da Vedat Aydın cinayeti gibi sürüncemede bırakılarak yıllarca çözümsüz bırakıldı. 30 yıllık zamanaşımı sürecinin bitmesine tam bir yıl kala, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin öldürülmesinin ardından iki yıl baro başkanlığı yapan Ahmet Özmen, hem Elçi’nin hem de Anter’in faillerinin bulunması ve cezalandırılması için mücadele ediyor. Özmen, Anter cinayetinin aydınlatılmasının AKP döneminde bir ‘hayal’ olduğunu ifade ediyor. “Faili meçhul cinayetler, bir toplumsal gerçeklik olarak karşımızda duruyor” diyen Özmen, “Cinayetlerin uzun bir geçmişi var. Bunu bir süreye, bir tarihe indirgemek ve oradan bakmak çok doğru olmaz. Bu, devlet içerisinde aydınlatılmayan, yargıda üzerine gidilemeyen gelenekleşmiş bir gerçektir. Bu olgu günümüzde de varlığını sürdürüyor. Bir cezasızlık politikası mevcut. İktidarların değişmesi bunu engellemiyor” dedi. Sadece siyasi iktidarın değil yargının da faili meçhul cinayetleri çözmemek için ekstra bir çaba içerisinde olduğunu anlatan Özmen, “Yargıda, her türlü delile rağmen ‘bu tür cinayetlerin üzerine gidilmeyecek’ diye bir algı var. Son olarak 90’lı yıllarda faili meçhullerin sayısı binlerle ifade edilmeye başlandı. Binlerce faili meçhul cinayet var. Bunun en canlı örneği, her cumartesi toplumun önüne çıkan ve kayıplarını arayan Cumartesi Anneleri var. Faillerin bulunması, kayıpların aydınlatılması için eylemlerini sürdürüyor ancak bir karşılık bulamıyor” ifadelerini kullandı. Faili meçhul cinayet dosyalarının 2007 ve 2009 yılları arasında yeniden açıldığını dile getiren Av. Ahmet Özmen, şunları söyledi: “Savcılıklar, yargı makamları dosyaların kapağını açıp baktılar. Onun ardından o dönemde birçok dava açıldı. JİTEM davaları olarak biliniyor bunlar. Birçok dava açılmasına ve göstermelik yargılamalar yapılmasına rağmen karar aşamasına gelen yargılamalar bir anda durdu. Tüm davalar görüldükleri yerlerden başka yerlere nakil edildiler. Nakil gerekçesi ise bir güvenlik perspektifiydi. Mesela Diyarbakır’da JİTEM davası görülüyordu. Beş yıl sürdü, hiçbir olay yaşanmamışken durup dururken dava başka kente nakledildi. Dicle dosyası İzmir’e sürgün edildi. Cizre dosyası Eskişehir’e gönderildi. Kırıkkale’ye, hatta Çorum’a nakledilenler oldu. Bunlar bir iradenin de göstergesi. Artık bu davalardan bir mahkumiyet çıkmayacağına dair hem avukatlar hem de toplumda bir kanaat hasıl oldu.”

TÜMÜNE BERAAT

Şu an açılan JİTEM davalarından sadece Dargeçit JİTEM davasının derdest edildiğini, bu dava dışındakilerin tümünün yerel mahkemeler tarafından aklandığını, beraat kararlarının verildiğini ifade eden Özmen, şunları anlattı: “Musa Anter dosyası, JİTEM Ankara davası olarak bilinen davayla birleştirilmişti. O davada da tüm tarafların taleplerini reddedildi, duruşma salonuna sanıklar getirilmeden usul hukukuna aykırı olarak beraat kararı verildi. İstinaf mahkemesinde kararı bozdu ama burada sorun zamanaşımı sorunu. Bir yılda 29 yıldır çözülmeyen davanın çözülmesi mümkün değil. Açılan JİTEM davalarına konu hadiseler, 90’lı yılların davaları. Ortalamaları 25 yılı aşmış durumundalar. Hepsinin zaman aşımına uğrama ihtimali çok yüksek. Dosyanın kapağı açılmamış, daimi arama bürolarında bulunan binlerce dosya var. Bunlarda zaman aşımını kesen bir süreç olmadığı için kapanıp gittiler ve kimsenin haberi bile olmadı. 1997 yılında gerçekleşen faili meçhul cinayet zaten 4 yıl önce kapandı. Açılmayan davalar, iddianamesi hazırlanan birkaç dava dışındaki cinayetler, kayıplar, soruşturmasız kaldı. Bunun altını özellikle çizmek gerekiyor.”

GEÇMİŞLE YÜZLEŞMELİYİZ

Özman, “Türkiye faili meçhul cinayetleri çözmeden geçmişiyle yüzleşemez. İnsanlar acılarıyla, geçmişleriyle yaşıyor. Demokratik bir toplum düzeyinde insanların kardeşçe, barış içinde yaşayacağı toplum hayal ediyorsak bunun ilk adımı, özelikle 90’lı yıllarda yoğunlaşan faili meçhullerin cinayetlerin aydınlatılmasıdır” dedi.

faili-belli-cinayetlerin-faili-mechul-dosyalari-902564-1.
Cumartesi Anneleri yıllardır her hafta kayıplarının akıbetini soruyor.

CUMARTESİ ANNELERİ’NİN 852 HAFTALIK ARAYIŞI

852 haftadır kayıplarını arayan Cumartesi Anneleri de faili meçhullere karşı isyanda. Bu mücadelede Cumartesi Anneleri ile yan yana duran, ülke çapındaki tüm kayıplar için uzun ve zorlu mücadelenin ortasında olan İnsan Hakları Derneği Kayıplar Komisyonu Üyesi Sebla Arcan, “Cezasızlık kavramı, en sade anlatımıyla devlet görevlileri veya göz yumduğu aktörler eliyle işlenmiş ağır hak ihlallerinin soruşturulmaması, suçun fail ve sorumlularının yargılanmaması ve cezalandırılmamasını anlatır. Türkiye’de bunla çok sık karşılaşıyoruz” şeklinde konuştu. “Türkiye’de devletin güvenlik güçlerinin vatandaşa yönelik işkence, öldürme, kaybetme gibi uygulamaları söz konusu olduğunda idari ve yargı mekanizmaları çalışmıyor” diyen Arcan, şu değerlendirmeleri yaptı: “Demokratik hukuk devletinde kabul edilemez olan bu uygulamalar cezasız bırakılıyor. Yani kamu görevlileri, ceza hukuku yaptırımı gerektiren ağır insan hakları ihlalleri nedeniyle adeta hesap sorulamaz, yargılanamaz ve cezalandırılamaz konumdadır. Şeklen soruşturma yapılan ve dava açılanların neredeyse tamamında zamanaşımı ve beraat kararları verilerek cezasızlıkla ile sonuçlandı. Türkiye’de yüzlerce insan gözaltında kaybetmesine rağmen 90’lardan bugüne yalnızca 15 dava açıldı. Bu davalardan 10 tanesi 2011-2015 arasında siyasal konjonktüre göre açıldı. Siyasi konjonktürün değişmesiyle ağır ithamlarla, sanıklar hakkında ağır hapis cezası talepleriyle açılan davalar birer birer beraatla sonuçlanmaya başlandı.”

İŞKENCE VE ÖLDÜRMEDE YARGI ÇALIŞMIYOR

“Türkiye’de devletin güvenlik güçlerinin vatandaşa yönelik işkence, öldürme, kaybetme gibi uygulamaları söz konusu olduğunda idari ve yargı mekanizmaları çalışmıyor” diyen Arcan, faili meçhul cinayetler ve cezasızlık hakkında şu değerlendirmeleri yaptı:

“Demokratik hukuk devletinde kabul edilemez olan bu uygulamalar cezasız bırakılıyor. Yani kamu görevlileri, ceza hukuku yaptırımı gerektiren ağır insan hakları ihlalleri nedeniyle adeta hesap sorulamaz, yargılanamaz ve cezalandırılamaz konumdadır.

İktidar sahiplerinin ötekileştirdiği, düşmanlaştırdığı yurttaşlara karşı suç işlemeleri halinde devletin kendilerini koruyacağını bilen kamu görevlileri rahatça suç işlemeye devam ediyor. Böylece topluma devlet şiddetine maruz kalanların bunu hak ettiği mesajı veriliyor. Kendisi gibi olmayana yönelen şiddetin meşrulaştırılması toplumsal ilişkilere de yansıyor.

Türkiye’de cezasızlık geleneği, yalnız failleri koruyup ödüllendirmekle kalmıyor, aynı zamanda hakikatin açığa çıkarılmasını da engelliyor. Cezasız bırakılan suç, ötekiye karşı şiddet döngüsünü besliyor, suçun tekrarlamasına müsait toplumsal ve siyasal bir iklim yaratıyor. Yani cezasızlık yalnız dünümüzü değil, bugünümüzü ve geleceğimizi de derinden etkiliyor. Oysa inkar ve cezasızlıkla görünmez kılınmak istenen suçların kimler tarafından, kimlerin aldığı kararlarla ve nasıl işlendiğini bilmek, yurttaşlık hakkıdır. Unutmayalım ki ‘hakikati bilme hakkı’ bu bakımdan sadece mağdur yakınlarını değil bu ülkede yaşayan herkesi, hepimizi ilgilendiren kolektif bir haktır.

Gözaltında kaybedilenlerin aileleri, işçi önderi Salih Bozışık’tan beri tam 85 yıldır cezasızlık uygulamasının hem mağduru hem de tanığıdır. Kayıp aileleri öncesinde tek tek, 26 yıldır da Cumartesi Anneleri, İnsanları olarak birlikte inkara ve onun mütemmim cüzü olan cezasızlığa karşı hakikat ve adalet mücadelesi yürütüyorlar.

Türkiye’de yurttaşın hakikate ve adalete ulaşmasını engelleyen kemikleşmiş bir yapı hüküm sürdüğü için kaybedilenlerin akıbetleri açığa çıkartılmıyor, kayıplarla ilgili yargısal süreçler cezasızlığa dönüşüyor. Zaman aşımı, kurumu kötüye kullanılarak kayıplarla ilgili adli süreçlerin sonuçsuz bırakılmasının bir aracına dönüştürülüyor. Kayıp dosyaları etkin soruşturmalar yürütülmeden zaman aşımı süresinin dolması için adliyelerin tozlu raflarında bekletiliyor. Sonrasında da ‘Süreniz doldu, biz artık devlet olarak evlatlarınızı kaybedenleri yargılayıp cezalandıramayız’ diyorlar. Oysa insanlığa karşı suç kapsamında olan zorla kaybetmeler, uluslararası hukuka göre süreğen yani kayıpların akıbetleri açığa kavuşuncaya kadar her gün yeniden işlenmeye devam eden bir suçtur ve doğası gereği zaman aşımına tabii değildir.

Türkiye’de yüzlerce insan bir devlet politikasının sonucu olarak gözaltında kaybetmesine rağmen başvuruların büyük bir kısmı soruşturma ve yargılama konusu olmadan kapatıldı. Şeklen soruşturma yapılan ve dava açılanların neredeyse tamamında zamanaşımı ve beraat kararları verilerek cezasızlıkla ile sonuçlandı. Türkiye’de yüzlerce insan gözaltında kaybetmesine rağmen 90’lardan bugüne yalnızca 15 dava açıldı. Bu davalardan 10 tanesi 2011-2015 arasında siyasal konjonktüre göre açıldı. Siyasi konjonktürün değişmesiyle ağır ithamlarla, sanıklar hakkında ağır hapis cezası talepleriyle açılan davalar birer birer beraatla sonuçlanmaya başlandı.

Suçun nasıl işlendiği mahkemelerde bizzat suça tanıklık eden veya iştirak eden görevliler tarafından anlatıldı. Suçun kimlerin talimatı ile, kimler tarafından işlendiği kayıtlara geçti. Olay yeri tutanakları, otopsi raporları ve tanık beyanları ile örtüşen itiraflar ve tanıklıklar mahkeme tutanaklarında yer aldı. Ancak tüm bunlara rağmen AİHM’de oy birliği ile mahkumiyet kararı alınmış olan davalar, hatta AKP iktidarında TBMM Araştırma Komisyonu Raporu ile suç tespiti yapılan ve 11 köylünün kaybedilmesi ile ilgili açılan Kulp Davası da dahil olmak üzere sekiz dava, sanıkların beraatı ile sonuçlandı. Halen devam eden iki davada ise farklı bir sonuç beklenmiyor.

Hak ihlallerin giderilmesinde son başvuru yolu olan AYM de az sayıda zorla kaybetme davasında verdiği kararlarla ülkenin en yakıcı sorunu olan cezasızlığın önlenmesi konusunda inisiyatif alamayacağını gösterdi. AYM de zaman aşımı gerekçesiyle evrensel hukuka aykırı bir biçimde başvuruları sonuçsuz bıraktı. Devlet bu yargılama süreçleri ile kayıp ailelerine ‘sizin için adalet yok’ mesajı verdi. Herkesin huzur içinde yaşayacağı demokratik bir Türkiye inşası için önce yakın ve uzak tarihte yaşanan her türden insan hakları ihlalleri ile yüzleşmek, cezasızlığı sonlandırmak ve sorumluların adil bir biçimde hesap vermesini sağlamak gerek.”