Faili görünmez kılan şiddet
Mağdur suçlayıcılık şiddetin sorumluluğunu faile değil maruz bırakılana yükler. Mağdur suçlayıcılık yapan kişiler söyledikleri şeyin kendi fikri olduğuna inansa da bunu onlara öğütleyen doğrudan iktidar ve sistem olur.

Sarya Toprak
saryatoprak@birgun.netSon günlerde rapçi Ege Taştan ve Osman Candan’ın C.A.’yı cinsel saldırıya maruz bırakmasıyla sosyal medyada çok fazla ‘mağdur suçlayıcı’ paylaşımlar görüldü. Fakat mağdur suçlayıcı ifadeler sosyal medyada 3-5 kendini bilmezin konuştuğu meseleler olmaktan çok uzak.
Mağdur suçlayıcılık erkek şiddetinin yaşandığı durumlarda şiddetin sorumluluğunun faile değil maruz bırakılana yüklenmesini ifade etmek için kullanılan bir kavram. Özellikle cinsel şiddet vakalarında, patriarkanın ilk kapısını çaldığı mekanizma denebilir. Bu yaklaşım şiddetin fail üzerinden konuşulmasını engelleyerek faili unutturmanın önünü açar ve şiddetin nereden geldiğini önemsiz hale getirir. Mağdur suçlayıcılık yapan kişiler söyledikleri şeyin kendi fikri olduğuna inansa da bunu onlara öğütleyen doğrudan iktidar ve sistem olur.
Kasım ayında kadın cinayetleri hakkında konuşan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya şu ifadeleri kullanmıştı: Koruma kararı olmasına rağmen geçen sene 32 hanımefendi ikazımıza uymadan, kapıya adam gelince açmış, içeride vurmuş onu.
Bakan cezasızlığı, şiddeti ve bunun sebeplerini değerlendirmek yerine açıkça katledilen kadınları suçlayarak en yüksek perdeden “mağdur suçlayıcılık” yaptı.
ŞİDDETİN SORUMLUSU KADINLAR DEĞİL
AKP iktidar yıllardır sistematik bir şekilde erkek şiddetinin sebebi olarak kadınları görüyor. Geçmiş yıllarda da benzer söylemlerde bulunulmuştu:
"İsteseydi durdururdu.”
“O saatte dışarda ne işi vardı.”
“Onun evine gitmemeliydi.”
“O kıyafetle sokağa çıkarsa, olacağı bu.”
TOPLUMUN KARAKTERİ HALİNE GELDİ
İktidarın bu söylemleri yeniden ürettiği ve yaygınlaştırdığı bir atmosferde mağdur suçlayıcılığın toplumun karakteri haline gelmesi elbette şaşırtıcı değil.
Şiddetsizlik ve barış çalışmaları alanındaki çalışmalarıyla bilinen sosyolog Johan Galtung şiddeti 3 biçimde değerlendiriyor.
Doğrudan şiddet: Şiddetin failinin belli olduğu fiziksel ve psikolojik tehdit veya şiddeti ifade eder. Fiziksel şiddet, manipülasyon, cinsel saldırı, ısrarlı takip doğrudan şiddet içinde yer alır.
Doğrudan şiddet akla geldiğinde genellikle fiziksel şiddet üzerine yoğunlaşılsa da Galtung manipülasyon, tehdit gibi psikolojik şiddet biçimlerinin de fiziksel şiddet kadar önemli olduğunu belirtir.
Yapısal şiddet: Failin görünür olmadığı, belirli kurumlardan ve sosyal yapılardan kaynaklanan şiddet biçimidir. Bu ifade devletin ve sosyal yapıların (ekonomik, politik, tıbbi veya yasal) belirli grupların gelişimini veya temel ihtiyaçlarını göz ardı etmesini ve onlara zarar vermesini kasteder.
Ekonomik eşitsizlikler, militarizm, ırkçılık, türcülük ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği yapısal şiddet içinde yer alır. Yani kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmalarının önüne geçen yasal, ekonomik tıbbi vs. uygulamalar yapısal şiddettir.
Kültürel şiddet: Doğrudan ve yapısal olan şiddeti meşru hale getiren, şiddete olan toleransı artıran görünmez olan şiddet biçimidir. Galtung, doğrudan ve yapısal şiddet biçimlerinde şiddetin açık olduğunu belirtirken kültürel şiddette ise gizli olduğunu ekler. Din, dil, ideolojiler, sanat ve bilim gibi alanların gücü ile kültürel şiddet gerçekleşir. Yani kadınları cinsel saldırıya maruz bırakıldığı, şiddet gördüğü, öldürüldüğü için suçlamak şiddettir.
İnfial yaratan cinayetlerden veya cinsel saldırılardan sonra toplumun büyük bir çoğunluğunun bu duruma tepki gösterdiğini gözlemlemek mümkün. Yani ‘doğrudan’ olan şiddete çoğu zaman karşı çıkılırken kültürel şiddet besleniyor. Hayatta kalan kadınla ilgili en küçük suçlayıcı ifade mağduru suçlayarak şiddeti görünmez kılıyor.