Hablemitoğlu Cinayeti faillerinden birisinin yakalanması, Maraş Katliamının yıldönümü ve “Ankara JİTEM Davası” olarak bilinen davanın bazı sanıkları hakkında beraat kararı verilmesi üzerine yeniden gündemimize girdi “Faili Meçhul” sözü. Bu niteleme ile “Şüphelisi belli olmayan” tüm cinayetler ya da suçlar kastedilmiyor. Siyasi amaçlı ve “infaz” şeklinde işlenmiş cinayetleri tanımlamak için kullanılıyor. Faili meçhul olaylarla ilgili kriminal ve adli süreçlerdeki ihmaller, savrukluklar, bilinçli karartmalar ve cezasızlık üzerine devasa bir külliyat oluşmuş durumda. TBMM’de araştırma komisyonları, soru önergeleri, AİHM kararları vs. Tüm bunlar ve aradan geçen zaman faili meçhul cinayetleri/katliamları faili belli hale getirmedi. Hatta üzerlerindeki örtüyü daha da kalınlaştırdı. Anneler, babalar ardından eşler ve çocuklar adil bir sonucu göremeden yaşam sürelerini doldurmaya başladılar.

Faili meçhullerin etkileri yaşamlarını yitirenlerin yakınlarını ve adalet arayan avukatlarını belki ömür boyu takip edecek. Ancak bu konuyu yeni kuşaklar muhtemelen, ya yeni boy veren “devlet tapıncı” ve “beka” merceğinden göreceklerdir, ya da aradan geçen zamanın oluşturduğu kalın örtü nedeniyle göz ardı edeceklerdir.

Oysa “yeni kuşak faili meçhuller” diyebileceğimiz 22 Temmuz 2015 Tarihinde iki polis memurunun katledilmesi ile Reyhanlı ve Ankara’daki bombalı saldırıların rejimin dönüştürülmesindeki rolleri (iktidarın bunu kullanma biçimi) düşünülürse tüm yurttaşlarımızın “ilgi alanına” girmesi gerekir.

Rejimin dönüştürülmesi/sürdürülmesindeki kritik rolleri gereği faili meçhuller bir terör yapılanmasının/örgütünün üslenmiş olması nedeniyle ya da basitçe görevlilerin ihmali denilip geçiştirilmemeli.

Faili meçhuller bir dönem askeri darbelerin en önemli görünür gerekçesi başka bir dönem ise “terörle mücadele yöntemi (!)” olarak kullanıldı. Ancak değişen iktidarlara, aradan geçen zamana ve verilen namus sözlerine rağmen sistematik bir şekilde aydınlatılamadı. Farklı fraksiyonları ile hep iktidarda olan liberallerin ve siyasal İslamcıların devletle ilişkilenme biçimlerine göre kullandıkları bir propaganda başlığı olmasına rağmen her faili meçhul dalgası onları güçlendirdi. Nihayet AKP/Fetullah ortaklığı devlete hakim olduğunda -ihtiyaç duyulmadığı sürece diyebiliriz- faili meçhuller anlamlı ölçüde azaldı. Bu durum faili meçhullerin siyasi amacı bakımından önemli bir işaret olsa gerek. Bu arada vesayet ve derin devlet söylemleri, soyut, aşkın ve dehşetengiz bir faili işaret ederken, cinayetlere engel olma ve hesap sorma görevi olan devletin/iktidarların sorumluluğunu gizledi.

Gizlenen bir başka şey de tüm bunlar olup bitenlerin sermaye kesimi ile ilişkisi oldu. El ense yapmaktan ileri gitmeyen bir iki gerilim ve Fetullahçı bazı sermayedarlar ile paylaşım savaşı niteliğindeki kavga bir tarafa bırakılırsa devlet, sermayeye gösterdiği ihtimam ve özeni yurttaşlarının yaşamına hiç göstermedi.

Şu sıralar artan çevre ve gıda güvenliği duyarlılığı çerçevesinde de benzer bir gizleme ve faili meçhulleştirme yaşanıyor. Termik santraller, Kanal İstanbul, kentsel rantlar, nükleer santral, zehirlenen gıdalar sanki kendi başlarına işleyen mekanizmalarmış gibi ele alınıyor. Ana akım muhalif partiler de bunun aslında kapitalizmin/neoliberalizmin dolayısı ile sermayenin bilinçli tercihi olduğunu adlı adınca telaffuz etmiyorlar. En fazla ırkçı tınılar içeren yabancı toprak alımları üzerinde duruluyor. Kavga ya da tartışmanın asıl ve tüm zamanlar için değişmez tarafı olan sermaye göz ardı edilip yalnızca onun geçici aygıtı olan siyasi figürlere karşı bir mücadele yürütülüyor. Kuşkusuz bu da çok kıymetli. Ancak tartışmanın buraya sıkışmaması ve sisteme dair bir sorgulamaya dönüşmesi gerekir.

Bunca cinayetin faili kim? Çevreyi katledenler kim? Gıdalarımızı zehirleyenler kim? Kanal İstanbul arazilerini kim kapattı?

Bu sorular, cevapları ve failler sandığımızdan daha çok ilişkili.