Her düzen sosyal mekânda bir dağılım/dağıtım öngörür; bedenleri, sınıfları, mekânları ve nesneleri, siyasal dengelerin izin verdiği ölçüde

Her düzen sosyal mekânda bir dağılım/dağıtım öngörür; bedenleri, sınıfları, mekânları ve nesneleri, siyasal dengelerin izin verdiği ölçüde, kendi tanımladığı merkeze referansla dağıtır. Bu dağıtım belli kesimlerin, nesnelerin ve mekânların sürekli görünürlüğü ve işitilirliğini sağlarken, bazılarının görünmez kılınması ve seslerinin duyulmamasını hedefler. Bildiğimiz olağan siyasetin en önemli işlevi bu dağılımın yapılması ve sorunsuz yeniden üretilmesidir.

Söz konusu dağıtım süreçleri kendini en çarpıcı biçimde kentlerde gösterir. Televizyonlarda, gazetelerde ve diğer iletişim araçlarında kentin görünen yüzünü, alışveriş ve iş merkezleri, beş yıldızlı otelleri, lüks konut alanları ve gece kulüpleriyle, varsıllığın mekânları ve insanları temsil eder. Bu görünürlük ve duyulurluk alanında, gecekondular, çöküntü bölgeleri, sıradan mekânlar ve buralarda yaşayan insanlar yoktur. Bu kesimler görünürlük alanına ya tedavi gerektiren patolojik bir durum, ya da hizmet vermek ve sesi duyulmamak koşuluyla girebilir.

Son dönemde öne çıkan kentsel dönüşüm projelerinin ana hedefi görünür konumundaki işlevsizleşmiş mekân ve kesimlerin görünmez kılınması ve yerlerine görünürlüğü hak eden mekân ve kesimlerin konulmasıdır. Bu projelere çarpıcı bir örnek Ankara ile Havaalanı arasındaki protokol yolunun iki yanında yer alan gecekondu alanlarına yönelik geliştirilen dönüşüm projesidir.  Bu alanlardaki gecekondular “yurtdışından gelen konuklar” tarafından görülmesin diye yol kenarlarına panolar koyma düşüncesi “kısa gelince”, gecekonduları yıkıp, yerine TOKİ blokları diken yönetim anlayışının temsilcisi Melih Gökçek’in basına yansıyan değerlendirmesine kulak verelim;

“Dışişleri Eski Bakanı Hikmet Çetin’in “ Havaalanında karşıladığımız yabancı konuklarımızın kenti girişini görmemeleri için lafa tutardık dediğini hatırlatan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, “Yapılan çalışmalarla kuzey girişinin çehresi büyük bir hızla değişiyor. Konuklarımızı artık gururla karşılıyoruz.” Olağan siyasetin sağı da solu da rahatlamış vaziyette ve gurur içinde konuklarını karşılıyorsa, ortadan yok olan yüzlerce gecekondulunun lafı mı olur; nitekim olmadı da.

Ne var ki görünmez hale getirilenler sadece gecekondular ve gecekondular değil. Toplumsal yaşamımızın her alanın görülmez ve işitilmezleri var.  Mensubu olduğum üniversite sisteminde de aynı mantıkla yapılan bir dağıtım ve sonucunda ortaya çıkan görünmez/işitilmez kesimler tanımlanmış durumda. Kuşkusuz bu kesimlerin başında öğrenciler geliyor.

Üniversite düzenin yaptığı dağıtımda müşteri damgasını yiyen öğrenciler, o derece uç noktaya itilmiş durumdalar ki, gösterilen yerde durdukları sürece, ne görünmeleri, ne de işitilmeleri mümkün olmuyor.

Bu görünmezlik/işitilmezlik durumunun göstergeleri olarak üniversitelerde yakın dönemde yapılan binlerce toplantı, konferans ve etkinliklere bakın; hiç duydunuz mu herhangi bir üniversitenin “dolmuş parası bulamadığı için derslerine gelemeyen öğrenciler” paneli, ya da “mali yetersizlik nedeniyle okul terkleri” konulu bir konferans düzenlediğini? YÖK ya da bir üniversitenin “fuhuş sektöründe üniversite öğrencileri” ya da “yüksek öğrenim kurumlarında uyuşturucu kullanımı” konulu bir araştırma projesi geliştirdiğini işittiniz mi? Denk geldiniz mi “cami kapılarında incir satan üniversite öğrencilerinin devamsızlık sorunları” konusunda okul yönetimlerinin toplantı yaptığına?  Ben denk gelmedim. Benim bildiğim öğrencilere yönelik tek araştırma türü bu tür sorunlardan rahatsız olup, bir şeyler yapmak isteyen duyarlı öğrencilere yönelik yapılanı.

Öğrencileri görünmez kılan bu düzenin nasıl bir çifte kavrulmuş şiddete dayandığını görmemek mümkün mü? Bütün bu dağıtımı yapıp, binlerce genç insanı görünmez ve işitilmez kılan düzen sistemli bir şiddet üzerinde yükseliyor. Bu tür bir kurucu şiddet öznel şiddet gibi görünür değil. Yasaların, yönetmeliklerin, not verme sistemlerinin içine yerleştirilmiş durumda. En uç noktasında sembolik bir şiddet halini alıp, bu “büyük dışlanmayı” çoğu öğrencinin bile normal karşıladığı bir duruma dönüştürüyor. Şiddetin bu gizil biçimlerinin işlemediği yerde, düzenin düzenleyici şiddeti, polis gücü, disiplin soruşturmaları, okuldan atılma biçimini alıyor.

İşte şiddetle böylesine yoğrulmuş bir ortamda, AKP ve CHP milletvekili iki Anayasa Profesörünü öğrenciler üniversitelerinde konuşturmak istemedi. AKP’li Kuzu yumurta yağmuruna karşı korumalarının açtığı şemsiyeyle korundu. Sonuç olarak konuşmalar yapılamadı. Öğrenciler faşist olmakla suçlanırken, öğrencileri görünmez hale getirmekte başarısız olan Rektör ve Dekan’ın istifası istendi.

Oysa kürsüye yönelen yumurtaların sağ torpido gözüne bakılsaydı, gönderen uçtakilerin mesajı görülecekti; aşağı yukarı şöyle diyor o mesaj;

“Burada siz siyasetçiler konuştuğunda, normal siyaset işleyişini sürdürecek. Bizler bir kez daha ön sıradakilerin arkasında, görünmezler olarak, “salon doldurma” görevimizi yerine getirmiş olacağız. Yarın gazeteler sadece sizlerin değerlendirmelerinizi taşıyacak sütunlarına. Böylece hali hazırdaki görünürlüğünüz biraz daha görünür hale gelecek. Oysa attığım bu yumurtayla normal siyasetin beni görünmez kılan düzeni bir an donacak ve eğer başarabilirsem, ondan sonraki birkaç saat ya da gün “olağanüstü siyasete” şahitlik edecek. Seni dinleyen görünmez kalabalık olmaktan çıkıp, görünür hale geleceğim. Sesim gürültü olarak algılanmaktan kurtulup, söyleyeceklerimi kamuoyuna iletecek.”

Görünen o ki öğrenciler istediklerinin birinci bölümünü başardılar. En azından birkaç gün için görünmez olmaktan çıktılar. Geçtiğimiz günlerde televizyon kanalları ve gazeteler öğrencilerin protestolarına ve bu protestolarına odaklandı. Ancak aynı araçlar aracılığıyla öğrencilerin sesleri ve söyleyecekleri duyulabilecek mi önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Bu arada bütün bu süreçlerin merkezinde yer alan Başbakan Cuma namazı çıkışında, incir satan bir üniversite öğrencisinden alışveriş yapıp, harçlık niyetine 150 TL vermiş. Verilen bu harçlık üniversitesinde olması gerekirken, işportacılık yapan öğrenci karşısında, Başbakan’ın suçluluk duygunu gidermeye yönelik bir davranış mı? Bunu bilmek mümkün değil. Ama bir şeyi iyi biliyorum; maliyecilerin hem öğrenciye, hem de Başbakan’a kayıt dışı ticari aktiviteleri nedeniyle ceza kesmesi gerekiyor.

Öğrenci açısından sorun olacağını sanmıyorum; onlar cezalara alışık.