Türkiye ekonomisi çok ciddi bir krizin içinde. Hükümetin müdahalelerine rağmen düşmeyen döviz, yükselen faiz ve yurtdışından gelmeyen yatırımlar. Bu koşullar içinde siyasi tarihimize Londra Görüşmeleri olarak geçebilecek ziyaretler yapıldı.

Hükümetin bu ziyaretler ve sonuçlarına dair açıklamalarından ikna olmamışsak –ki ikna olacak bir durum yok- bazı soruları yüksek sesle sormakta fayda var.

Londra’da ne oldu?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, finans çevrelerini ve yatırımcıları ikna etmek için Londra’ya gitti. Orada büyük bir özgüvenle Türkiye’de savunduğu fikirleri tekrarladı ve kıyamet ondan sonra koptu. Piyasanın ateşi daha da yükseldi.

Erdoğan’ın “Yüksek faiz enflasyonu büyütüyor, enflasyon da yatırımı etkiliyor” diye kabaca özetlenebilecek düşüncesi yeni bir şey değil. Bakan Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası ile gerilimi de bugün başlamadı. Hatta şimdikinden çok daha aşağılarda seyreden faizi yüksek bulup “vatan hainliği” ile suçladığında da Şimşek ve Erdem Başçı vardı. Ama söylediğim gibi Erdoğan, “Bizim Mehmet iyi anlatamıyor, ben anlatırsam ikna olurlar” diyerek Londra’nın yolunu tuttu ve bunlar yaşandı. Erdoğan Londra ziyaretinde bir anlamda söylemde tutarlılık yakaladı ama tutum alışta çelişkili davrandı. Finans çevrelerine bir “eyyy” çekemedi örneğin.

Şimşek bir kez daha neden Londra’ya gitti. Orada neler konuşuldu?

Toplantılarında konuşulanlara hâkim olmamız mümkün değil. Ama kısa vadede Türkiye ekonomisinde yaşananlara bakarak çıkarımlarda bulunabiliriz. Neden gittiği sorusunun yanıtı çok basit. Erdoğan’ın yarattığı tahribatı tamir etmek ve finans dünyasına yeni olanaklar sunmak için gitti.

Bu ziyaretler sonrası olan biteni anlamak için biraz rakamlara ve onların serüvenine bakmakta fayda var. Döviz hızlı yükselişe geçtiği anda GLP (Geç Likitide Panceresi) faizi yüzde 12,75 civarındaydı. Sonra 13,50’ye çıkartıldı. Londra müdahalesi ile bu rakam 16,50 oldu. Böylece örtük faiz, politika faizi ile eşitlendi (politika faizi öncesinde yüzde 8’di).

Bu müdahale sırasında modelde bir değişikliğe, onların tabiri ile ‘sadeleşmeye’ gidildiği söylendi. Önceki modelde teorik olarak karmaşık bir durumun varlığından söz edebiliriz. Bir politika faizi var; onun alt sınırı, üst sınırı var (alt sınır gecelik borç olma, üst sınır gecelik borç verme faizini gösteriyor), ondan sonra GLP adı ile sadece olağanüstü koşullarda başvurulması gereken bir faiz oranı var. GLP normal faiz cetveli içinde yer almaz. Sadece dipnotlarda vardır. Sıkıntı burada başlıyor. 1 Ocak’tan başlayarak Nisan 2018’e kadar gecelik borç faizi 7,25-9,25 bandında. Burada problem yok.

Peki uygulandı mı? Yanıt hayır. Repo 8 civarında. O da uygulanmadı. Tamamen kâğıt üzerinde kaldı. Bu bile işlerin iyi gitmediğini gösteriyor. Ama bu tarihler arasındaki model üzerinde bir ‘anormal koşul’ tartışmasına tanık olmadık. Aynı tarih aralığında sade gecelik likitide penceresi faiz oranı 0 ile 12,75 arasında olacak denmiş. Bu çok olağanüstü koşullarda yaşanır. Aslında film çoktan kopmuş ve Merkez Bankası da kabul ediyor. Demek ki aslında model teorik ya da kâğıt üzerinde karmaşık olmakla birlikte uygulamada sade. Çünkü teorik olarak karmaşık olan bu sistemden bir tek GLP faizi uygulamaya konuyor.

Londra’ya giderken alınan karar ‘sadeleştirme’ oldu ve 1 Ocak’tan önceki sisteme dönüldüğü söylendi. Oysa görülüyor ki yapılan sadeleştirme değil, normalleşme.

Kim kazandı?
Londra ziyaretlerinden sonra şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Erdoğan kaybetti. Bunu rahatlıkla söylememin nedeni, bir yandan “normale döndük” derken diğer yandan da yeni bir formül açıklamış olmaları. Bir anlamda matematik formülü olan açıklamada “Sade gecelik borç verme faizinin üzerine 1,5 puan eklerseniz GLP bulursunuz” denildi. “Politika faizi 16,5, buna yüzde 1,5 eklendiğinde faiz 18 eder. Bu rakamın 1,5 üzerine çıktığınıza GLP faiz oranına ulaşabilirsiniz” denildi. Açıkçası bu yeni orandan Merkez Bankası’nın fonlayıp fonlamadığını bilmiyoruz. Ama olağanüstü koşularda kullanılacak bir aracı, normalleşmeye gittiysen niye açıklıyorsun? O araca olağanüstü koşullarda başvurulmalı. Niye şimdiden açıklıyorsun? Unuttur gitsin.

İşin özeti, Londra’da şu oldu: Denildi ki “Merak etmeyin, 1 Haziran’dan geçerli olarak faizleri 16,50 olarak açıkladık ama ben onu artıracağım.” Nitekim ertesi gün yabancı finans çevrelerince yapılan açıklamalarda “bu yeni oran beklediğimizden de fazla” diyorlar. İkincisi IMF’in Nisan 2018’de yayımlanan raporunda “kredi garanti fonu ile ısınan ekonomiyi soğutun” uyarısı vardı. Bu uyarı “2017 Yılı Orta Vadeli Programı’nda (2018-2020) 2018 için öngörülen büyüme oranını aşağıya doğru çekin” anlamına gelir. Politika faizlerinin yükselmesinin kredilere yansıması olacak. Kredi faizleri yükselecek. İşte bu da Tayyip Erdoğan’ın korktuğu şey.

Şu anda Erdoğan’ın çok dillendirdiği ‘faiz lobilerine’ teslim olmuş durumdalar. Bana sorarsanız lobi mobi yok.

Uluslararası sermaye finans çevreleri var. Sınıfların adını değiştirmeyelim. 2002-2007 yılında Korkut Hoca’nın deyimi ile Lale Devri’nde muazzam büyüdünüz, o zaman lobi yoktu. Demek ki sıcak para gelince iyi, çıkarken kötü. Olamaz öyle şey. Ama sonunda kendi sözü ile söyleyelim, lobilere yenildi. Ne oldu AKP’nin seçim paketindeki konut faizlerinde indirim? Şimdi birçok firma “hesap değişti” diyor. Değişen hesaplar ve etkileri de bir hafta sonraki yazımızda.
Uzun bir aradan sonra yeniden BirGün okurlarına heyecanla merhaba diyerek bitirelim.