Gözler 13 Eylül’de açıklanacak faiz kararında. Göstergeler faizin yükseltileceğini, kurdaki yükselişe karşı getirilen tedbirler ise değiştirilmeyeceğini işaret ediyor.

Faizler yükselecek mi?

Gözler 13 Eylül’de Merkez Bankası’nın yapacağı Para Politikaları Kurulu (PPK) toplantısından çıkacak sonuca kilitlenmiş durumda. Göstergeler faizin yükseltileceğini, kurdaki yükselişi frenlemeye yönelik olarak birbiri ardına getirilen tedbirler ise değiştirilmeyeceğini işaret ediyor. Ne demek istendiğini ayrıntılı bir şekilde açmak gerekiyor.

Önce ilk olasılığı değerlendirmeye zemin oluşturacak Merkez Bankası faiz kararını etkileyecek göstergelerin mevcut durumuna bir bakalım. İlk gösterge tüketici ve üretici yıllık enflasyon oranları veya diğer bir deyişle TÜFE ve ÜFE yıllık enflasyon oranları. Ağustos ayı itibariyle ilki yüzde 17,90 ikincisi ise yüzde 32,13 düzeyinde. TÜFE enflasyonunu yüzde 20 gibi yüksek bir basamağa (bu oranın Merkez Bankası’nın revize ettiği yüzde 13,4’lük yıl sonu hedefinin bir hayli üstünde olması dikkat çekiyor) doğru iten ana etkenlerden biri gıda, öteki döviz fiyatlarındaki artışla ilgili.

İkincisi 2, 5 ve10 yıllık tahvil faiz oranları. İlkinin faiz oranı gösterge faizi niteliğinde. 8 Eylül 2018 itibariyle söz konusu oranlar sırasıyla yüzde 24,34; 25,06 ve 19,55 düzeyinde. Bu oranlar mevcut yüzde 17,75’lik politika faizinin enflasyon örneğinde olduğu gibi bir hayli üstünde.

Üçüncüsü Merkez Bankası’nın bankaları fonlarken fiilen uyguladığı faiz oranları. Bu çerçevede Banka’nın gecelik uyguladığı borç verme faizi yüzde 19,25, geç likidite penceresi borç verme faizi ise 20,75 düzeyinde. Banka politika faizini yükseltmiyor, ancak repo ihalesi açmayarak bankaları gecelik faize (gecelik borç verme faizine) ve zorunlu durumlarda örtük faizden (gecelik borç verme faizine 1,5 puan eklenerek hesaplanan geç likidite penceresi borç verme faizinden) borçlanmaya yönlendirme yolunu tercih ediyor. Böylece politika faizi fiilen yükseltilmiş oluyor.

Son gösterge ülkenin risk derecesini gösteren CDS primi. CDS, Credit Default Swap deyiminin kısaltması. Türkçede tam bir karşılığı olmadığı için CDS olarak kullanılıyor. Zaman zaman “kredi risk primi” olarak da adlandırılıyor. CDS, bir kişi ya da kuruluşun, kredi sahibinin karşılaşabileceği alacağın ödenmemesi riskini belirli bir bedel karşılığında üstlenmeyi kabul etmesinin bedeli. Bu çerçevede bir anlamda kredi sigortası gibi çalışıyor. 8 Eylül 2018 itibariyle Türkiye tahvilleri için CDS primi 534 dolayında bulunuyor. Yabancı yatırımcıları ve fon yöneticilerini en fazla etkileyen göstergelerin başında gelen bu gösterge, dünya ortalamasının ve çoğu ülkenin CDS priminin oldukça üzerinde (örneğin bu prim İspanya, Portekiz, Rusya ve Brezilya için sırasıyla 64,51; 63,21; 177,21 ve 280,40 düzeyinde) seyrediyor.

Kurun ateşi yüksek

Ayrıca kurun ateşi her geçen gün yükseliyor. Gerçi son günlerde ağustos enflasyonunun açıklandığı gün yeni bir döviz şoku yaşanıp yaşanmayacağı konuşulurken, Merkez Bankası’nın yaptığı açıklamayla (açıklamada son dönemde enflasyon görünümüne ilişkin gelişmelerin fiyat istikrarı açısından önemli risklere işaret ettiği belirtilerek, fiyat istikrarını desteklemek amacıyla gerekli tepkinin verileceği ifade ediliyor) kurda az da olsa bir geri çekilme yaşanıyor, ancak bu şimdilik geçici bir durum. Çünkü piyasalarda bu açıklama ‘’önümüzdeki hafta PPK’da faiz artırımı yapılacak” diye algılandı. Bu durumun kalıcı olup olmayacağı büyük ölçüde 13 Eylül’de çıkacak faiz kararına bağlı.

Albayrak’ın tutumu

Faiz artırımına gidileceği izlenimini veren bir diğer gelişme Hazine ve Maliye Bakanı damat Albayrak’ın Yeni Ekonomik Modeli açıklarken sergilediği tutumdur. Hatırlanacaktır, Albayrak o sunuşta piyasa ve teori çerçevesinde politika belirleneceğine özel bir vurgu yapmıştı. Bu vurgu faiz açısından okunduğunda faiz artırımının önünde teorik bir engel bulunmadığı anlamına geliyor. Gerçi Cumhurbaşkanının kendine özgü “enflasyonun nedeni yüksek faizdir” teorisi ve bu yöndeki tutumu orta yerde dururken, bu önerinin yapılabilmiş olması oldukça manidardır; ancak önemli olan söz konusu Bakan tarafından bu tür bir irade beyanının yapılmış olmasıdır. Tüm bu tespitler bu ilk olasılığın PPK toplantısında güçlü bir şekilde masada olduğuna işaret ediyor.

Alınan tedbirler

Geliniz, son olarak ikinci olasılığı değerlendirmeye zemin oluşturacak kurdaki yükselişi frenlemeye yönelik olarak birbiri ardına getirilen tedbirlere bir bakalım. Bunların ilki, Bankacılık Düzenleme ve Denetlememe Kurumu (BDDK) ile Merkez Bankası’nın (MB) piyasadaki döviz ve TL sıkışıklığını önlemeye yönelik tedbirlerdir. Bunlar şu şekilde sıralanabilir: Merkez Bankası’nın piyasalara 10 milyar TL ve 6 milyar dolar ile 3 milyar dolar tutarında altın cinsinden kaynak sağlaması, döviz depo limitlerinin 20 milyar avroya çıkarılması, zorunlu karşılık oranlarında indirime gidilmesi, BDDK’nın bankaların swap işlemlerine sınır getirmesi vb. tedbirler. Bu tedbirlerle kurdaki yükseliş dolaylı olarak frenlenmeye çalışılıyor. Bunlara geçtiğimiz günlerde yeni tedbirler eklenmiştir. Bunlardan ilki mevduat getirisine vergi düzenlemesi yapılmasıdır (TL mevduatında vergi indirimine yabancı para mevduatında ise vergi artırımına gidildi. Düzenlemeyle dolarizasyonun belirli ölçülerde azaltılması amaçlanıyor ). İkincisi ise Türkiye’deki döviz varlığını artırmak için ihracatçı firmalara ihracat bedellerinin en az yüzde 80’ini Türkiye’deki bankalara yatırma zorunluluğu getirilmesi (bu uygulama 6 ay boyunca geçerli olacak). Bu son tedbirlerden ilki dolaylı olarak TL mevduatında faiz artışı yabancı para mevduatında faiz düşüşü etkisi yaratıyor iken ikincisi döviz arzında az da olsa bir rahatlatma sağlıyor. Bu tedbirlerin ortak noktası politika faizi artırımına alternatif yöntemler olmasıdır. Yani bu tedbirler faizin değiştirilmeyeceğini işaret ediyor.

Önümüzdeki PPK toplantısında hangi olasılığın geçerli olacağı büyük ölçüde ekonomik ve siyası etmenlerden hangisinin dikkate alınacağına bağlı. İlki önemsenirse faiz artacak. Aksi durumda ise faiz 24 Temmuz toplantısında olduğu gibi değiştirilmemiş olacak. Cumhurbaşkanı büyük olasılıkla ikinci seçeneğe daha sıcak bakıyor. Çünkü faiz artışından hoşlanmıyor ve bunun ekonomiyi sert bir durgunluğa götüreceğini düşünüyor. Yerel seçimlere giderken durgunluk değil büyüme isteniyor.

Ancak korkunun acele faydası yok. Durgunluk veya küçülme bu şartlarda kendiliğinden geliyor.