Ofise sık sık aynı giysilerle gelen, neredeyse her hafta saçının rengini veya biçimini değiştiren ve topuklu ayakkabılardan asla vazgeçmeyen bir kız vardı, “Falıma bakar mısın?” dedi. Kahve fincanını alıp konuşmaya başladım: “Falında güven var, bundan böyle kendine daha fazla güveneceksin. İş hayatında başarılar olacak. Bak şurada yürüyen biri var, bu sensin. Bence artık ofise yürüyerek geleceksin. Bir kısmet görüyorum, çok düzgün biri. Hadi iyisin.”

Kız bir ay sonra masama geldi ve herkesin içinde “Bu çocuğa dikkat edin, falda her dediği çıkıyor” dedi.

Ofise aynı giysiyle gelmek tek gecelik ilişkiler yaşamak demek. Böyle ilişkiler kuru sulu karıştırılıp içilen ortamlarda sabahlamak gerektirir ki, bu hem işteki verimi düşürür, hem de duygusal olarak daha da batarsın. Saçlarını sık sık değiştirmek, ilişkilerinin kalıcı değil yıkıcı olduğunu gösterir. Topuklu ayakkabı giyenler az yürür bu da dopamin, endorfin akışını iyice azaltıp güvensizlik girdabını hızlandırır. Kız bunları frenleyince işteki verimi arttı, daha mutlu ve daha güvenli hissetmeye başladı; o böyle hissedince kırık ruh avcısı sırtlanların hedefi olmaktan çıkıp, savanlarda gururla yürüyen aslanlar gibi bir kadın oldu ve kendi gibi bir sevgili buldu.


İyi bir falcı değildim. Aslında her şey ortadaydı.

Bazen beni kahve içmeye çağırıyorlar ve “Şu Türkiye’nin falına bakar mısın?” diyorlar.

***

Tüketim toplumu o kadar büyüdü ki, insanları yaşatmak onları öldürmekten daha kazançlı hale geldi. Bir insanın seksen yaşına kadar yaşayıp, iki senede bir kanepe, senede bir telefon değiştirmesi, yirmi yaşında cephede ölmesinden çok daha verimli. Bu nedenle her gün daha fazla mühendis, silah endüstrisinden inşaat sektörüne geçiyor.

Modernizmin son kalesi Siyasal İslam’ın son kullanım tarihi geçti. Önünde diz çökülen şeyhlerin cüruflu fikirleri çöktü. Her gün beş yüz TikTok videosu izleyen ergen mücahiti şehit olmaya ikna etmek iyice zorlaştı.

Suudi Arabistan’da şeriat düzeni bitiyor. Veya şöyle söyleyeyim, Abu Dabi standartlarına geliyor. Yani kumsalda tangayla yüzmek serbest, sahil boyunda el ele yürümek yasak. Otuz yıl önce tüm dünyaya şeriat ihraç etmeye heveslenen bu ülke, bugün dev teknoloji üslerine ve çağdaş üniversitelere trilyon dolar harcıyor.

***

Katar, Afganistan’ı terbiye etmeye gömüldü ve Türkiye boru hattı fikrini çoktan rafa kaldırdı. Suriye’de destabilizasyon fikri de aynı rafta tozlanıyor.
Tüm bunların Türkiye’ye etkisi ne olacak?

Türkiye köprüsü doğudan batıya değil, güneyden kuzeye çevrilecek. Ortadoğu ve Arap dünyası hızla zenginleşirken kuzey ve güneyin ticari trafiği Anadolu’da buluşacak. Bu nedenle Çukurova Karadeniz otobanı ve hızlı tren hattı, Kanal İstanbul saçmalığından misliyle mantıklı ve kazançlı. Mersin ve Samsun önümüzdeki on yılda dünyanın en hızlı büyüyen limanları olabilir, Güneş Otoyol ve Merkez Türkiye, Türkiye’nin çılgın olmayan “mega” projeleri olarak yükselebilir.

AKP bugün gitse, Suriye sorunu çözülür. Milyonlarca vatandaşına kara gün dostu olduğumuz Suriye, Türkiye ile ortak pazar mantığıyla birleşir.

***

Geriye bir Kürtler kalıyor. Orta Doğu’nun “Selo bant”ı Kürtler. Bölücülük ne kelime, dört ülkenin birleştiricisi bu kadim halkla kucaklaşmak, barışmak, şiddeti tarihe gömmek ve elele yükselmek gerek. Bu yükselişin önündeki tek engel, tüm hayali “Sunni İslam birliği” yapmak olan modası geçmişlerin ipiyle inilecek kuyuda bekliyor ama umarım bir daha kimse o kuyuya inmez.

“Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olacak mı?” sorusu komik. Kılıçdaroğlu şu an ülkenin fiili cumhurbaşkanı zaten. Helalleşmek, sıfırlamak, yeni sayfa açmak diyalojik iletişim söylemleri ve Kılıçdaroğlu bu iletişim tarzını özümsüyor. Siyaseti dengeleyen, kutuplaşmayı engelleyen, din laiklik gerilimini düşüren, pek çok AKP’li dahil neredeyse herkesin borçlu olduğu kişi de o. Bir cumhurbaşkanından ne yapmasını bekliyorsak, Kılıçdaroğlu onu yapıyor.

Kurtuluş ulusal ve bölgesel diyalog arayışında. Kurtuluş Ermeni, Azeri, Arap, Kürt, Acem, Yunan, Türk tüm bölge halklarının birleşmesinde. Yolculuklar bir anda bitmez ama bir adımla başlar. Kurtuluş her beraber yeni bir yola çıkma gayretinde.

***

Ekonomik kriz enseleri karartmasın. Türkiye’yi krize sürükleyen ofsayta düşmüş AKP iktidarından başka bir şey değil. AKP gidip, Türkiye diyalojik sürece girdiği anda ekonomi hemen düzelir. Elbette ki, inşaat gürültüsü içinde amalenin feryadını duyma işi yine solculara kalacak. Sömürü, doğa düşmanlığı, maşizm ve faşizm oldukça, karşıtlık da olacak. Diyaloji ezenle değil, ezilenle birleşme çabası ama “meclis aritmetikleri” ibreyi tam tersine çevirebiliyor. Bu nedenle eylemle doğrulanmayan söylemlere karnımız tok.

İstanbul’da eski ışıltılı günler özlemiyle coşan Aydın Doğan ekolü ipek mendilli gazeteciler var. Neyse ki bu şahısların kâğıt mendil kadar önemi kalmadı. Kayıkçı tarzı diyalektik iletişimi IPO diye pazarlayıp kahramanlık hikâyeleri üretecek bir borsa yok artık.

Gömlek koluna altın manşet takabilmek için ülkeyi kan gölüne çevirecek manşetler atmaktan çekinmeyecek gazetecilerin, gündüz yürüyecek cesareti olmayan karanlık siyasetçilerin, vasıfsız işportacıların, kudurmuş holiganların oyununa bir kez daha gelmeyelim. Seveceksek radikal sevelim.

Bu fikirleri ve projeleri yirmi yıldır söylüyorum, yazıyorum, sunuyorum. Uygulandığı her durumda halkın arkasında durduğu da seçimlerle kanıtlı.

Tüm bunlar beni iyi bir falcı mı yapıyor? Yoksa zaten her şey ortada mı?