Fanatiğim!

Taraftarlık adı üstünde taraf olmayı; taraf olmak “biz” olmayı gerektirir. Buraya kadar muhtemelen her taraftarla aynı fikirdeyim. Fakat “biz” olmanın “ötekiler”in varlığını gerekli kılmasıysa genel kanı işte ben orada ayrılıyorum. Sonuçta rekabet için rakip şart. Elbette başkaları da olacak ama olay biz – siz – onlar kıvamına gelince iş biraz tatsızlaşıyor.

Defalarca yazdım. Kendi ligimde takımımı saçma bir bağlılıkla desteklerim, savunurum. Bir sürü insanın anlamayacağı şekilde zaman zaman duygu değişimleri yaşarım; totemlere inanır, uğurlar yaparım. Derbi çoraplarım vardır, onlar olmadan olmaz. Formalarım uğur katsayılarına göre ayrılır; kritik bir maçta kredisini harcamadıklarım vardır mesela. Hangi maçta hangi formayı giyeceğim bellidir. Korkutmak istemem ama yıkanmayan formalarla doludur çekmecem. Birlikte maç izlemediğim insanlar, orada asla maç izlemediğim mekanlar vardır. Derbi öncesi ritüellerim, kimselere söylemeden gizli gizli yaptığım saçma sapan şeyler, inandığım işaretler vardır. Takımıma laf edildiğinde savunmalarım, bozulmalarım, hararetlenmelerim vardır. Mantıklı düşündüğümde sebebini bulamadığım hatta bana bile saçma gelen koca bir sevgi. Böyle söyleyince genelde insanlar “fanatik” olarak tanımlıyor. Benimse futbol sevgim ve taraftarlığınıza ilgili kabul etmeyeceğim bir tanım varsa o da fanatik!

Fanatik sözcüğü bir dönem futbol dünyasında pek modaydı. Taraftar olmak sıradan bir işken fanatik olmak havalıydı. Fanatiğin kanı takımının renklerinde akarken taraftarınki herkes gibi kırmızıydı. Taraftar takımını desteklerken fanatik ölür ve hatta öldürürdü. “Hangi takımlısın?” diye sorulduğunda taraftar kuru kuru takım adını söylerdi. Oysa artık moda “fanatik Galatasaraylı” “fanatik Beşiktaşlı” olmaktı. Diyorum ya çok havalıydı fanatik olmak. Böylece yıllar içinde taraftarlar hızla fanatiğe dönüşmeye başladı. Babalarımız, dedelerimiz, mahalledeki havalı abiler bildiğimiz taraftardı. Gazozuna iddiaya girer, birbirleriyle şakalaşır, kızdırırlardı. En önemli mesele milli olunca bir olurlardı. Zaten çıkma fırsatını az bulduğumuz uluslararası arenada herkes aynı takımlı, herkes aynı takımın taraftarıydı.

Yıllar önce sorsanız belki ben de kendime fanatik demeyi havalı; taraftar demeyi az bulurdum. Rekabet dediğin her yerde, her zamandı. En yakın arkadaşımla takım yüzünden küsebilir; en sevdiklerimi kırabilirdim. Üzerine düşündüğümde aslında futbol-sever değil takım-sever olduğumu anladım. Başka fikirlere başka sevgilere başka coşkulara açık olmadan takımımı seviyordum. Ama o zaman bile rakiplerimin yabancı rakiplere kaybetmesine sevinmedim. Zira o gün de bugün gibi bunun taraftarlık hatta fanatiklik değil hainlik olduğunu düşündüm. Fakat sayının hiç azımsanmayacak olduğunu Galatasaray’ın aldığı UEFA Kupası’nı aldığında daha net anladım. Kupayı ya da rakipleri küçümseyenler, şans olduğunu düşünenler ve hatta penaltıyla kazanılmasını adil bulmayanlar vardı.

Fenerbahçe basketbol takımının Final 4’u almasından sonra sosyal medyaya baktım bolca. Bir yanda birlikte sevinen farklı takım taraftarları varken diğer yan fanatikler doluydu. Maçı izledim, heyecanlandım, coştum, sevindim. Fenerbahçeli arkadaşlarımı kutladım. Mesele milliydi. Hele de neredeyse dünyanın geri kalanı tarafından “öteki” denilen bir memlekettin çocuğuyken. Hiçbir Türk taraftarının böyle bir lüksü olmamalı diye düşünüyorum.

Yıllarca kimse dönüp ne demek bu havalı kelime diye sormadı. Türkçe sözlük fanatik için “bağnaz” fanatizm içinse “bağnazlık” karşılığını veriyor. Sorsak kim bağnazlığı üzerine alır? Almasın lütfen.