Hem piyasayı gözeten hem de bu sınırlar içinde eserlerine ruh üflemeye çalışan yazarlardan biri R. A. Salvatore. Unutulmuş Diyarlar serisinin Kara Elf Üçlemesi, tam da bu tanıma uyan bir eser

Fantastiğin sınırlarını ihlal etmek

DOĞUŞ SARPKAYA

Popüler fantastik edebiyat, uzun yıllardır editörü, yayıncısı ve okuruyla bütünleşmiş bir alt tür olarak varlığını sürdürüyor. Çoğu eser bu alt türün sınırlarından ayrılmadan, riske girmeden de diyebiliriz, üretiliyor ve piyasaya sürülüyor. Profesyonelleşmiş ve piyasaya bağımlı bir hale getirilmiş yayın dünyasının üretim bantlarından çıkan, teknik olarak mükemmelleşmiş, sarkmaları önlenmiş, fazlalık olarak görülebilecek bölümleri atılmış, anlatım bozuklukları giderilmiş, dramatik yapısı sağlam kurulmuş bir yığın fantastik hikâyeyi okurla buluşturduğunu söyleyebiliriz. Edebiyat jargonunda ‘hafif kurgu’ adıyla da anılan bu eserlerin, kolay okunurluğu gözeten stratejileri, eserlerin ruhunu emen ve derinleşmeye karşı direnç gösteren bir yapıyı tercih ettiği de aşikâr.

Fantastik kurmacanın derinlik kovalayan eserleri ile karşılaşmadığımızı iddia etmiyorum. Yakın zamanda yayımlanan Kuzgunun Gölgesi serisiyle Anthony Ryan, Buzun ve Ateşin Şarkısı serisiyle ise George R. R. Martin derinlikli karakterleri, sıkı olay örgüleri ile bu alt türe bambaşka bir soluk getirdiler. İki yazarın da kendi yollarını çizme konusunda kararlı bir tutum sergileyerek popülerleşmelerini saygıyla izliyoruz. Ama her yazar Ryan ya da Martin kadar şanslı olamıyor. Bu da ister istemez farklı stratejileri gündeme getiriyor. Hem piyasayı gözeten hem de bu sınırlar içinde eserlerine ruh üflemeye çalışan yazarlar da var. R. A. Salvatore’nin Unutulmuş Diyarlar serisinin Kara Elf Üçlemesi, tam da bu tanıma uyan bir eser.

Klişelerden sıyrılmak

Salvatore’nin Unutulmuş Diyarlar evreni klişeleşmiş kılıç ile büyü anlatılarını tümüyle kabul eder. Seri boyunca, küçük dokundurmalar ve alametifarikaları açığa çıkaran ayrıntılar göz ardı edilirse, Kuzeyli Wulfgar, cücelerce hayatı kurtarılarak evlat edinilen Cattibrie, Cüce Kral Bruenor, rahatına düşkün Buçukluk Regis gibi roman kişileri birer tip olarak varlıklarını sürdürürler. Buzyeli Vadisi serisi bu anlamıyla popüler fantastiğin sınırlarından çıkmaya ‘gönül indirmeyen’ bir yapıya sahip. Salvatore, bunun farkına vararak, biraz da seride Drizzt Do’Urden’in öne çıkmasını fırsata çevirmeyi görev edinerek Kara Elf Üçlemesi’ni kaleme alır. Kara Elf Üçlemesi, Buzyeli Vadisi serisinden sonra yazılmış olsa da aslında kronolojik olarak önce okunması gereken kitaplara dönüşür. İşin ilginci, Kara Elf Üçlemesi, yarattığı yepyeni dünya ve bu dünyanın içindeki farklı çelişkilerle diğer kitaplardan ayrı bir yere yerleşir.

Yeryüzündeki kuzenleri tarafından sürülerek yeraltında yaşamaya başlayan Kara Elfler (Drow), kötülüğü içselleştiren hiyerarşik bir toplumsal düzen kurarlar. Kadın egemen bir aileler sistemiyle Tanrıçaları Lloth’a hizmet eden bu halk, hem yeraltında hem de yer üstünde lanetlenmiş bir ırk olarak mimlenir. Kara Elf Üçlemesi, toplumsal hiyerarşide yükselmek isteyen Do’Urden hanesinin başka bir haneyi yok etmesiyle başlar. Bu yok ediş esnasında ailenin saygıdeğer anası Malice, yeni doğan oğlan çocuğunu Lloth’a kurban etmeyi taahhüt etmiştir. İşgal esnasında ortanca kardeş Dinin’in ağabeyini öldürmesiyle kurban edilecek çocuğun canı bağışlanır. Bu çocuk daha sonra efsaneleşecek ve kendi ırkına ihanet edecek Drizzt’tir.

Daha ilk sayfalardan, kötülüğün normalleştiği farklı bir evrende olduğumuzu hissederiz. Drizzt, büyüdükçe yaşadığı dünyanın kötülüklerine farklı bir bakışla yaklaştığını görürüz. Daha çocukluğundan itibaren hilelerin, tuzakların, komploların içinde kendi yolunu bulmaya çalışan bir karakterle karşılaşırız. Yetenekleri aşikâr olan Drizzt, toplumun ona dayattıklarından uzaklaşmak için büyük bir çaba sarf etmesi gerektiğinin farkına varır. Savaşçı ve kazanmaya odaklı bir toplumun içinde savaşmayı reddeden, mecbur olmadıkça öldürmekten kaçınan, iç hesaplaşmaları olan bir karakter yaratır, Salvatore. Kararlı, gözü kara ve eylemlerinin sorumluluğunu üstlenen bir kahraman değildir Drizzt. Her eylemini sorgular, aldığı kararlarla çelişen bir adım attığında kendini acımasızca eleştirir. Bir anlamda Drizzt, Deleuzeyen anlamda yersiz yurtsuzlaşan bir karakterdir. Kalıplaşmış düşüncelerin, dayatılan kültürel kodların ve ritüellerin dışında yaşanılacak bir hayat için mücadele eder. Yazar, Drizzt’in çelişkileri ve eylemleri aracılığıyla “hafif kurgu”nun sınırlarını zorlamaya başlar.

Klişelerin tuzakları

Salvatore, yine de bazı klişelere bağlı kalarak anlatısının zayıflamasına neden olur. Drowlar’ın ana tanrıçası Lloth’un, eril anlatıdaki Lilith ile benzerliği, insan kötülüğün kaynağının kadınlarda olduğuna dair egemen anlayışı destekler. Tanrıçalarının emirlerine uymak zorunda olan ve bunu içselleştiren güçlü kadınlar yaratır, Salvatore. Ama bu karakterlerin eylemlerini güdüleyen nedenleri derinleştiremez. Bu da kadın düşmanı bir anlatı ile karşı karşıya olduğumuzu hissettirir. Serideki tüm erkek karakterler öyle ya da böyle kişisel özellikleriyle karşımıza çıkarken, güçlü rahibelerin tip olarak kalması da serinin zayıf yönlerindendir.
Salvatore, bazı ayrıntılarda klişelerin tuzaklarına düşmüş olsa da Drizzt’in, Bulwar’ın, Clacker’in, Zaknefein’in çelişkilerini ustaca derinleştirerek eksiklerini örtmeye çalışır. Aynı zamanda anlatısını olay merkezli bir yapıya büründürerek okuyucuyu tavlar.

Sonuç olarak, Kara Elf Serisi güçlü ve zayıf yönlerinin farkında olan, okunmayı hak eden nitelikli bir eser.

fantastigin-sinirlarini-ihlal-etmek-518521-1.