AKP halka yalan söyledi ve cahil halk buna inandı, inanıyor ve eğer birileri onlara gerçekleri göstermezse inanmaya da devam edecek. AKP karşıtı sol ve sağ cephenin önemli bir kesiminin bakışı genel olarak ve özetle bu. Bu aslında 1930’lara kadarki faşizm teorilerinin de ana teması. Sonra Reich, Frankfurt Okulu ve diğerlerinin yazdıklarıyla faşizmin bir kandırılma değil bir arzulama oyunu olduğu –bence- açığa çıktı. Bu arzu meselesini en sonunda Deleuze ve Guattari formüle edebildi.

Ben kimsenin sadece yalan söylenerek kandırılabileceğini düşünmüyorum. Yalan inandırılırsa yalandır. İnsanların algıları üzerinde eğer bir “oyun” varsa bu ancak arzu politikalarıyla gerçekleşiyor. Halk kandırılmaktan ziyade var olan durumu arzuluyor hale getiriliyor. Muhalefet açısından asıl zorluk da bunu kabul etmekte. Yani halk denilen -aslında bizim halk diyerek onurlandırdığımız (ve tabii içinde bizim de olduğumuz)- yığınlara yalanlar arzulanması sağlanan paketler halinde sunuluyor.

Peki bu arzu politikası nasıl işliyor?

Kuşkusuz medya ve diğer propaganda araçları bunda büyük bir rol oynuyor.

Mesela şöyle bir iddiada bulunayım: Bu halkın Paraguay ile herhangi bir sorunu var mı? Yok. Peki Norveç’te yaşayan Laponlar’la ilgili bir sorunu? Yok. Bana hükümetin elindeki medya olanakları verilsin bu ülkenin çoğunluğunu altı ayda Paraguay ya da Lapon düşmanı yaparım. Öyle ki her gün onlar aleyhine gösteriler olur, Paraguaylı ya da Lapon bulup tartaklamak için can atılır. Kuşkusuz bu iddia ilginç gelse de Chomsky’nin Medya Denetimi kitabında bunun bir örneğini verdiğini hatırlatmakta yarar var. ABD Başkanı Wilson 1916’da iktidara gelirken “barış” sloganını kullanmıştı. Aslında savaşta taraftı ve devamına da destek veriyordu. Dolayısıyla ya göründüğü gibi olmalı ya da olduğu gibi görünmeliydi. O ikisini de yapmadı. Kendisi üzerindeki değişimin anlaşılması zor olduğundan halkın fikirlerini değiştirme yoluna gitti. Ve ABD’lilerin barış için destek verdikleri Wilson, altı aylık propaganda ile onları birer savaş yanlısına dönüştürdü.

Türkiye’de olup biten de böyle bir şey. Ancak medya ve diğer propaganda araçları bu dönüşümü tek başına sağlayacak güçte değil. Belirli bir propagandanın yaldızlı kağıtlarla halka sunulması gerekir. Bu da, insanlar sokakta, evde, ekmek alırken, parkta oynayan çocuğunu seyrederken, mağaza vitrinlerini incelerken, mezar başında ağlarken, yani hayatın tam ortasındayken, kendisini ilişkilendirdiği ve anlamlandırabildiği her şeye sızmakla mümkün. İnsanların gündelik yaşamında karşılık bulacak söylemlere etki etmekle olası. Örneğin bir savaşın, onların sokaktaki rutininin devam etmesi için, onların çocuklarıyla güven içerisinde oynayabilecekleri bir dünya sağlamak için gerekli olduğu söylenmeli. Ancak yine de böyle bir dönüşüm için bu da yetmez. Kendi geleceğini içinde yaşadığı toplumun geleceğine kolayca eklemleyebileceği büyük sloganlara da ihtiyaç var. “Güçlü bir Türkiye için...” gibi. Bu tip, altı her şeyle doldurulabilecek, saçma bir slogan seçilmeli ve gelişen olaylar bu slogana bir şekilde uydurulmalı. Bomba patladı! Çünkü güçlü bir Türkiye istenmiyor. Dolar fırladı! Çünkü güçlü bir Türkiye istenmiyor vs.
Ve rutin -standartlaşmış kötülük bile olsa- değişikliğe yeğdir. Halkın büyük kesimi kötü ve berbat rutin hayatlarını onlara vadedilen özgür ve gönenç bir hayata tercih ederler. Çünkü biri alışılan kötülüktür ve yaşanmaktadır. Zor ve belirsiz olan vadedilendir. O her şeyi daha da berbat edebilir.

Özellikle bu rutin, iktidarın olanaklarıyla destekleniyor ve şekilleniyorken. 2014 yılında sosyal yardımlara aktarılan para 17 milyar TL’yi bulmuştu. AKP iktidarları boyunca sosyal yardımlara aktarılan kaynak 2014 yılı itibarıyla yaklaşık 160 Milyar TL’ye ulaşmıştı. Bu o berbat rutinin önemli bir parçasıydı. “Makarnacı” olarak küçümsenen bu kesime dağıtılan “makarna” paketiyle birlikte sosyal, tarihsel ve psikolojik bir karışım da sos olarak veriliyordu.

AKP’nin yalan ve doğru arasından hangisini seçtiğinden öte, AKP’nin yalanı ve doğruyu nasıl algılattığının önemi daha fazla. İktidar olanakları kullanıldığına ve “rutin” AKP eliyle belirlendiğine göre muhalefetin ilk elde yapacağı şey, hiç kuşku yok ki, bugüne kadar boş bıraktığı alanları bir an önce doldurmak olmalı. Ancak samimi bir şekilde. Devşirme insanlarla ve sloganlarla değil. Muhalefet artık “fantezi” yapmak zorunda. Bloch’çu anlamıyla fantezi. Çünkü insanların “gündüz düşlerine” girilmediği sürece en gerçek ve doğru olan da söylense başarılı olunamayacağı açıktır. İktidarın yalanlarla sızdığı bu düşlere, muhalefetin gerçeklerle dalmadan başarı kazanması olanaksızdır.