Covid-19 salgını gibi devası sağlık krizi, siyasal ve ekonomik kriz sarmalıyla buluştu. Bu süreçte, halkın yaşam alanında süregelen işsizlik, yoksulluk, yoksunluk ile ekonomik kriz daha da artarak ve görünür olarak derinleşiyor. Kriz tepedekilerinin lehine fırsata dönüşürken, orta sınıfı aşağı çekiyor. En alttakiler ise yoksulluğun ve işsizliğin en acımaz dertleriyle boğuşuyor.

Vitrin önünde duranlar, geriye bakıp arka sokaklardaki hayatın içinde sömürülen, dışlanan, kamu hizmetlerine erişimde ayrımcılığa maruz kalan, başını yastığa aç koyan, alım güçleri sıfırlanan, harçlıksız ve umutsuz sokaklarda dolaşan insanların karşı karşıya olduğu ızdırapları hissetmiyor. Popülist ve pragmatist siyasetin halkın aç, işsiz ve umutsuz hayatına çare olmadığı görülüyor.

Tam da bundan kaynaklı ve sosyal devletsizliğin sonucu, devletin asli ve kamucu sosyal hizmet görevlerini, halkın kendi arasındaki dayanışma ruhu üstleniyor.

Yani halk iş ve aş derdindeyken, bunların siyasi sorumluları iktidarlarını korumak için hukuk, demokrasi, adalet kurallarını hiçe sayıyorlar. Keyfiliğe ve ön cephedeki iktidarlarını korumak uğruna “yaptım oldu” anlayışını egemen kılıyor.

Halkın bizzat kendisi ve onların meclis içi ve dışındaki siyasi ve demokratik temsilcilerinin, bu haksızlıklar ve yanlış politikalara karşı itiraz ve hak arama mücadele alanları ise bu süreçte daha da daraltılıyor ve yasaklanıyor.

Halkı değil, sadece kendi iktidarlarını korumak isteyen AKP-MHP iktidarı, halkın siyasete ve hak arama zeminlerine demokratik ve aktif katılım yollarını tıkıyor.

Bunlar daha önceden yerel yönetimlere kayyum ile el koyan iktidarın, iki HDP milletvekili ile bir CHP milletvekilinin, vekilliklerinin gasp etmesi ve iki milletvekilinin tutuklanması, demokrasiye, toplumsal barış arayışına karşı, iktidar hırsının sonucu olarak karşımıza çıkıyor.

Sokaktaki demokratik iradeden tutun, sendikalar, meslek odaları ve belediyelere kadar bu demokratik siyaset alanının daraltılması, yok edilmesi ve her şeyin iktidar denetimine sokulması stratejisi, bu nedenle devreye sokuluyor.

Elbette bu yeni bir durum değil. 12 Eylül Anayasasının antidemokratik siyaset yasalarına sığınarak, barajlı seçimlerden gelenler, şimdi bu antidemokratik düzeni, daha da otoriterleştirmenin stratejik adımlarını atıyor.

Bir yanda işsize, aşsıza, yoksula, demokrasiye, laikliğe, adalete, hukuka ve temel haklar rejimine karşı olan iktidar bloku. Diğer yanda ise bu değerlerin evrensel öğretileri ve ilkelerine uygun demokrasinin, laikliğin, hukukun üstünlüğünü ve yargının bağımsızlığını kurumsallaşmasını savunanlar.

Bir yandan tek adama dayalı “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ni savunanlar, diğer yanda katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü ve halkın tüm iradesinin temsiline dayalı demokratik parlamenter sistemden yana olanlar.

Halkın iradesi, demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan, erkler arası bağımsızlık ve ayrılık ilkesi yok ediliyor. Sivil ve kamusal siyaset alanı, keyfiliğe, otoriterliğe, hukuksuzluğa ve 12 Eylül darbeci anayasasına sığınılarak daraltılıyor.

AKP-MHP blokunun “ittifak” iktidarlarını korumak uğruna, halkın kendi kendini yönetme erdemliğinin güvencesi olan demokrasiye, hukukun evrensel değerlerine ve halkın iradesine yönelik siyasi parti kanunu kendi lehlerine değiştirme arzusu, otoriter siyaset ve iktidar anlayışını pekiştirmeye hizmet ediyor.

Elbette bu sürecin geniş anlamda bir makro okunması yetmez. Dar anlamda da bu politikaların önüne koyduğu bazı hedefleri görmezden gelemeyiz.

HDP’nin şeytanlaştırılması ve CHP’nin hızla bu şeytanlaştırma dairesine sokulması, millet ittifakının dağıtılması, AKP’den doğan Gelecek Partisi ile DEVA Partisinin olası seçimlere girmesini engelleyecek siyasi parti kanundaki değişiklik hazırlıkları, sadece ve sadece AKP-MHP blokunun siyasal yönelimini okumak açısından da önemli verilerdir.

Çünkü, iktidarın bu stratejisi Gezi, Referandum süreci, Haziran genel seçimleri ve son olarakta 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde halkın aşağıdan yukarıya sağladığı birlikte mücadele iradesini, dağıtmak yatıyor.

AKP ve MHP blokunu rahatsız eden ise tam da halkın aşağıdan yukarıya “ey muhalefet partileri, ancak birlikte davranmaya devam ederseniz kazanırsınız, yoksa kaybederiz, biz nasıl halk olarak aşağıda birlikte davranıyor isek, sizde aklınızı ve kararlarını buna uygun kullanın” olarak verdiği mesaj ve taleptir.

Dolayısıyla tüm muhalefet dinamiklerinin, farklı dünya görüşlerine sahip olarakta, iktidar blokuna karşı birlikte davranabilirler. Bunun kazanımlarla sonuçlanan bir 31 Mart seçimini zaten yaşadık.

İktidarın, muhalefeti “zillet ittifakı” gibi şeytanlaştırmasına karşı, halkın “farklı ama birarada olmak” talebinin kurtarıcı siyasi vicdanı ve sözcüsü olmak bu kadar zor?