Uzun zaman sonra birilerinin hâkimiyeti ele alıp, size şaşırtabilecek bir şey üretmiş olması keyif verici. Bence ters köşe olan bu filmi kaçırmayın

Farklı bir perili ev filmi, gerçekten...

Bu hafta vizyona giren filmler arasındaki en iyi seçeneklerden biri ‘Visions-Geçmişin Laneti’. Amerika’dan aylar önce ülkemizde vizyona giren film, ters köşe sürpriz finaliyle akılda kalacak filmlerden biri olmaya aday. Son haftalarda Jason Blum’un yapım şirketi olan Blumhouse yapımlarını izledik durduk. Ama görünen o ki Jason Blum bu sefer hedeflediği amaca bu filmle ulaşacak. Basında ve sosyal medyada bu film hakkında pek konuşulmuyor olması sizi yanıltmasın, bunun tek sebebi dediğim gibi filmin Amerika’da henüz gösterime girmemiş olması.

BLUMHOUSE

Filmin yönetmen koltuğunda uzun yıllar korku filmlerinin kurgusunda çalışmış, Saw serisinde yönetmenlik yapmış olan bir isim var; Kevin Greytert. Kendisi aynı zamanda 2014’te Jason Blum yapımcılığında Jessabelle filminin yönetmenliğini üstlenen isim. Visions’ı kaleme alan isim ise Lucas Sussman; Below filmini Darren Aronofsky ile beraber kaleme alan senaristlerinden. Ne yaptıklarını gayet iyi bilen isimlerden oluşan sağlam bir kadroya, iyi bir final fikri de dahil olunca ortaya iyi bir film çıkıyor. Visions, kasıtlı olarak perili ev klişeleri ile başlıyor ve bilinçli olarak bu temadaki bildik bütün yolları kullanıyor. Aynı zamanda Jessabelle filminde olduğu gibi kahramanımız bu kez de bir kadın, üstelik hamile. Fakat yönetmen bu filmde Jessabelle filmindeki kadar yoğun bir atmosfer kullanmamış. Net ve temiz görüntülerle daha kolaya kaçtığını düşündüğüm yönetmenin aklının fikrinin filmin finalinde olduğu oldukça belli.

PERİLİ EV

Büyük klişe ile başlayan filmde, geçirdiği ağır bir trafik kazasından sonra Eveleigh, eşi ile beraber ıssız bir arazide üzüm bağı satın alıp, şarap üretmeye başlıyorlar. Etraf sakinleri değişiktir, tanıştığımız kimse tekin değildir. Kısa süre sonra Eveleigh’ın evde sesler duymaya ve kâbuslar görmeye başladığı ve eşini bir türlü inandıramadığı ilk kısımlar biraz ağır ilerliyor. Eveleigh hamile kalıp karnı şiştikten sonra ise filmde pek çok şeyden şüphelenmeye başlıyorsunuz. Şu ana kadar izlediğiniz bütün perili ev hikâyeleri aklınıza geliyor, muhtemelen olay budur, diye çözümlemeler yapıyorsunuz. Ama film sizinle eşzamanlı olarak, aklınıza gelecek bütün her şeyin üzerine gidiyor bir yandan. Özellikle, Eveleigh ve arkadaşının bir emlakçıya gidip, oturduğu evin geçmişini soruşturarak, hayalet avcılığı yaptığı sahnede, bu filmle o kadar kolay başa çıkamayacağınızı hissediyorsunuz. Ve filmin son virajına girdiğinizde zincirleme gelen çözümleme size bir kez daha “dur bir dakika, sen bizi salak mı sandın” dercesine şaşırtmacalı bir gelişim gösteriyor. Uzun zaman sonra birilerinin hâkimiyeti ele alıp, size şaşırtabilecek bir şey üretmiş olması keyif verici. Bence ters köşe olan bu filmi kaçırmayın.

***

farkli-bir-perili-ev-filmi-gercekten-67072-1.

Ultra garip

Farazi olarak kafanızı iyi edebilecek ayarda, hiçbir anlam ifade etmeyen anlamlı filmlerden biri American Ultra. Herkese göre değil.

Farazi olarak kankalarla ot içtiğinizi düşünün, farazi olarak kafanızın iyi olduğunu ve o düşünceden bu düşünceye sıçradığınızı ve anlattıkça anlattıklarınızın garipleştiğini düşünün. O geceki beyin patlamalarınızın kayda alındığını ve bir senaryo olarak geri döndüğünü hayal edin. American Ultra işte tam böyle bir film. Bahsettiğim farazi gecelerde üretilmiş gibi duran filmlerin kralı bana göre Seth Rogen’dır (dı) ve bana göre bu türdeki en iyi film hala Pineapple Express’tir (Üşütük Kafalar). Amerikan komedisinin Adam Sandler ve Ben Stiller’dan ibaret olmadığının kanıtı olan bu tarz komediler anlatınca komik olmayan ancak izledikçe olan biten onca saçma sapan şeye kendinizi gülerken bulduğunuz filmlerdir. American Ultra da ince esprilerle dolu büyük absürt bir film.

MIKE-PHOEBE

Jesse Eisenberg ve Kristen Stewart’ın kimyalarının tuttuğunu, davranış ve zihinsel olarak yakın olduklarını ilk kez 2009’da Adventureland filminde hissetmiştik. Bu yakışan ikiliden başkasını, bu kafası iyi olan filmde düşünemiyorum bile. Karakterler gerçek hayatlarında da eksantrik oldukları için, American Ultra gibi garip bir filmde hiçbir şekilde maket gibi durmuyorlar ve kesinlikle sırıtmıyorlar. Bu tarz filmlerde bu hiç de kolay bir şey değildir. Şimdilerde Woody Allen’ın yeni filmi için beraber setteler. Ve medya bu ikiliden sevgili çıkarmak için adeta ter dökmekte...

OT OLMA

İngiltere doğumlu İranlı yönetmen Nima Nourizadeh’in bu çılgın, vahşi, romantik filminde Mike (Jesse Eisenberg) ve Phoebe (Kristen Stewart) hiçbir şeyin olmadığı sıkıcı bir Amerikan kasabasında yaşamaktadır. Sürekli ot içen çiftin hayatları çok saçma bir sebeple kan ve şiddete bulanır. Sağlam bir soundtrack eşliğinde hikâye çok değişik kanlı dövüş sahnelerinin olduğu garip bir aksiyona dönüşür. Bu arada kanlı dudaklarla öpüşen sevgili görmeyi özlemiştik hatta bu filmi izlerken uzun zamandır kült sayılabilecek taze kan bir filmin eksikliği bir kez daha kendini gösterdi. Ne yazık ki bu film buna oldukça uzakta. Farazi olarak kafanızı iyi edebilecek ayarda, hiçbir anlam ifade etmeyen anlamlı filmlerden biri American Ultra. Herkese göre değil.