Stokes, “O zamanlar etnomüzikolojide çok fazla programın olmadığı ve az sayıda iş için çok fazla rekabetin olduğu Londra’da bir iş bulmakta zorluk çekmiş olabileceğimi hissediyorum. Bu yüzden, kendimi çok şanslı sanıyordum” diyor.

Farklı kültürlerden etkilenen bir etnomüzikolog
Fotoğraf: Martin Stokes.

Ozan Eren

Hepimize bilim, sanat ve edebiyatla ilgili üretim ve kişisel gelişim sürecimizde ilham veren figürler vardır. Hem çok yönlü bir müzisyen; hem de dünyaca tanınmış, çok başarılı bir etnomüzikolog olan Prof. Martin Stokes benim için bu değerli insanlardan ve danışmanlardan biri oldu her zaman; yoluma ışık tutanlardan… Akordeon, ud, kanun, piyano gibi farklı enstrümanları çalabilen Prof. Stokes halen King’s College, London Müzik Bölümü’nde çalışmakta. Benim Prof. Stokes’un çalışmalarını ilk keşfetmemse ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisans öğrencilik yıllarıma uzanmakta. Prof. Stokes’un Türkçe’ye çevrilmiş kitaplarını ODTÜ Kütüphanesi’nden ödünç alıp heyecanla incelediğim o günleri dün gibi hatırlıyorum. Henüz müzik sosyolojisi, etnomüzikoloji gibi alanları yeni keşfediyor ve öğrendiğim her yeni şeyde büyük bir heyecan duyuyordum.

Doktora eğitimimi tamamladıktan sonra yeni araştırmalarda bulunmak ve kendimi geliştirmek için Prof. Stokes’la iletişime geçtim ve yürütmeyi planladığım araştırma projesi için kendisinden davet aldım. Şimdi ayrı bir heyecan ve yeni bir öğrencilik süreci içerisindeyim: 1 Eylül’den itibaren King’s College, London Müzik Bölümü’nde, Prof. Stokes danışmanlığında, TÜBİTAK bursiyeri olarak 12 aylık bir araştırma yürüteceğim.

Prof. Stokes’un müzik çalışmalarının ve akademik kariyerinin benim gibi birçok kişiye ilham verdiğini ve vereceğini bildiğim için bu haftaki köşemde kendisiyle yaptığım söyleşiye* yer vermenin anlamlı olacağını düşündüm. Nazik ve mütevazı tavrıyla söyleşi ricamı kabul edip vakit ayıran Prof. Stokes’a çok teşekkür ederek söyleşimizin ilk bölümünü sizlerle paylaşıyorum:

Sevgili Martin, öncelikle eğitim geçmişinizden bahseder misiniz? Hangi lise, üniversite ve sertifika programlarından mezun oldunuz veya hangi eğitimleri aldınız?
1969-1975 yılları arasında St. Michael’s College, Tenbury’de okudum. Bir vakıf tarafından manastır modeliyle yönetilen bir kilise korosu okuluydu. Bu, o dönemde taşradaki müzik yaşamının bir özelliğiydi -kilise burslulara ücretsiz müzik eğitimi veriyordu ve çok iyi bir eğitimdi. Tabii ki koşul, ya da en azından beklenti, Oxford ya da Cambridge’de müzik eğitimi aldıktan sonra, müzik kariyerinize kilisede, genellikle org çalarak veya koro şefi olarak devam etmenizdi. Koro okulları İngiltere’de son derece ciddi kurumlardır ve bizim katedral korolarımızın Avrupa’nın en iyileri olmasının nedenlerinden biri de budur. Yatılı bir liseye (İngiltere’de kafa karıştırıcı bir şekilde ‘devlet okulu’ denir), bir müzik bursuyla (yani bir vakıf okul ücretlerini veya çoğunu ödedi) gittim. Daha sonra, yine bir müzik bursuyla Oxford’a (1980-1984) müzik okumak için gittim. O zamana kadar diğer müzik türlerine, özellikle rock, caz ve ‘dünya müziği’ olarak bilinmeye başlayan müziğe karşı kayda değer bir ilgim vardı. Türk müziğini çalışmaya ve öğrenmeye başlamıştım. Daha sonra antropolojide yüksek lisans yaptım ve bunu bir doktora (PhD) (yine kafa karıştırıcı bir şekilde Oxford’da ‘DPhil’ olarak adlandırılan derece) ile takip ettim. 1989’da mezun oldum. Londra’da bir insan hakları örgütünde çevirmen olarak bir süre çalıştım; ancak kısa bir süre sonra, 1990’da akademik bir işe başlama teklifi aldım. Bu iş, antropoloji bölümüne etnomüzikoloji öğretmeni olarak katıldığım Queen’s University Belfast’taydı. Belfast, “Sorunlar”ın (“the Troubles”; o yıllarda devlet ile IRA arasındaki mücadeleye örtük bir şekilde verilen isim) pençesindeydi ve üniversite, “anakara” (başka bir deyişle, “Büyük Britanya”) olarak adlandırdıkları yerlerden herhangi birinin öğretmesini sağlamaya hevesliydi. O zamanlar etnomüzikolojide çok fazla programın olmadığı ve az sayıda iş için çok fazla rekabetin olduğu Londra’da bir iş bulmakta zorluk çekmiş olabileceğimi hissediyorum. Bu yüzden, kendimi çok şanslı sayıyordum. Belfast birçok yönden (sosyal, politik, ekonomik olarak) zor ve karmaşıktı; ancak bana çok genç yaşta kendi programımı kurma fırsatı verildi ve etrafımda harika ve destekleyici meslektaşlarımla birlikte çoğu durumda -benden yaşlı değillerse- benim yaşlarımda, mükemmel lisansüstü öğrenciler vardı. Gerçekten çok gençtim. Bunu Chicago’da on sene (1997-2007), Oxford’ta beş sene (2007-12) ve çalışmaya başladığımdan beri mutlu olmayı sürdürdüğüm Londra Üniversitesi (King’s College, London) izledi. Eğitimim elbette hâlâ devam ediyor - hepimiz aynı zamanda hem öğretmen hem de öğrenciyiz.

Müziğe olan eğiliminiz nasıl gerçekleşti? Müzik eğitimine dair geçmişinizden bahseder misiniz?
St. Michael’s önemliydi ve müzik öğretiminin kilisenin hayatına bağlanması da önemliydi. Bu, müzik yapmayı hizmete bağladı - topluma hizmet, Tanrı’ya hizmet… Bunlar elbette çok muhafazakâr idealler; ama temelde benim için müzik fikrini ahlaki, etik ve politik bir ilke olarak şekillendirdiler ve şekillendirmeye de devam ediyorlar. Ayrıca, bunlar, müzik yapımına çok pragmatik ve görev odaklı bir yaklaşımın aşılanmasında da önemliydi - prova, eğitim, organize etme, bir şeyleri gerçekleştirme… Müzik yapmakla ilgili olan sıkı çalışmadan, rutinden ve disiplinden asla korkmadım! Beğenin ya da beğenmeyin; bütün bu şeyler orada olmalı. Müziği öncelikle genç bir koro üyesi (“koro şarkıcısı”) olarak, ardından kilise orgcusu ve ardından koro şefi olarak öğrendim. Bu, klasik bir kilise müziği eğitimi ve öğretimiydi.

Artık şarkı söyleyemiyorum (gerçekten); ama her sabah piyano çalıyorum; J.S. Bach prelüdleri, fügler, icatlar vs. – kilise müziği günlerimden kalma eski bir alışkanlık.

Bildiğim kadarıyla 1980’lerden beri Ortadoğu müziği çalışıyor ve çalıyorsunuz. Ortadoğu müziğine eğiliminiz nasıl gerçekleşti?
1981’de, turist olarak Türkiye’ye seyahat ettim. 1982 yazında İstanbul Üniversitesi’ndeki Yabancı Diller Okulu’nda (halen Süleymaniye’de) dil öğrenmeye başlamak için geri döndüm. Ayrıca, bağlama öğrenmeye başladım. 1984-1986 yılları arasında ağırlıklı olarak İstanbul’daydım. Kanun da öğrenmeye başlamıştım. Daha sonra, birkaç yıl boyunca kendi kendime ud öğrendim. Belfast’ta çok fazla müzik yapmadım; yeni işin talepleri, Belfast’ın karmaşık ortamı ve sanırım genç bir aileye sahip olmanın etkileri… Ama Belfast, İrlanda halk müziğinde çok iyiydi - ki bu da benim başka bir tutkum (örneğin, hâlâ akordeon çalıyorum ve Oxford’da da “Knit Your Own Yoghurt” adında kendi halk müziği dans grubum vardı; adı, kendi kendini hicveden, muhteşem komedyen Alexei Sayle’den alınma). Örneğin, Belfast’ta Desi Wilkinson bana İrlanda kavalını öğretti ve benim Batı Belfast’taki müzik mekânlarına (birahaneler, barlar, kulüpler) gidebilmemi sağladı. Aksi takdirde, bir harici olarak buraları ziyaret edemezdim. Ayrıca, harika bir şarkıcı ve Kuzey’deki çok ilham verici ve ciddi bir “geleneksel” müzisyenler grubunun merkezi olan Sean Corcoran gibi insanlarla takılmak zorunda kaldım. Ne yazık ki, Corcoran yakın zamanda vefat etti. Chicago’dayken Simon Shaheen’in Boston bölgesindeki yaz kampına katılmaya başladım - orada, şaşırtıcı bir şekilde, diğerleriyle birlikte Marcel Khalife’dan dersler aldım (Khalife bir süreliğine düzenli bir ziyaretçiydi. Simon ve kardeşi Najib, New York’ta yaşayan Filistinliler; Simon ünlü bir keman ve ud sanatçısı ve Najib bir ud yapımcısı). Şikago›da yaşayan çok ilham verici bir Filistinli müzisyen ve bilim insanı olan Issa Boulos ile Şikago Üniversitesi’nde bir topluluk kurdum ve kendi kendime geliştirdiğim Arap tarzı kanuna geçiş yaptım; çünkü toplulukta doldurulması gereken bir boşluk vardı. Bu topluluk (Chicago Üniversitesi Orta Doğu Müzik Topluluğu), bir göçmen şehri olan Chicago’da birçok Türk, İran, Balkan ve Arap dünyasından gelen insanlar için müziklerini değiş tokuş etmek, başkalarına öğretmek ve genellikle yüzlerce insanı çeken konserler vermek için oldukça ciddi bir uzam haline geldi. İngiltere›ye döndüğümde, savaşın başında Suriye’den Oxford’a gelen ve tekniğimi düzelten Maya Youssef’ten bazı dersler aldım. Tüm Oxford Makam macerası kabaca o zaman başladı.

Söyleşinin devamı ilerleyen sayılarda.

* Prof. Stokes’a e-posta üzerinden sorularımı iletip 13 Haziran 2022’de cevaplarını almıştım. İngilizce’den Türkçe’ye çevirilerse bana ait.