Farklı olmaya dair

CENK ARMAĞAN

İçimdeki Gölge’nin yazarı Buket Tahmaz Savaş’ı birçoğumuz yazdığı çocuk kitaplarından tanıyoruz. Şimdiyse bir yetişkin romanıyla bizlerle yazar. İçimdeki Gölge, bir klinik eleştirisi olarak okunabileceği gibi, birden fazla anlatıcılı kurgusuyla okuru her daim tetikte olmaya zorluyor.

İçimdeki Gölge, 237 IQ’lu bir adamın, çocukluğundan bu yana maruz kaldığı birtakım olayları konu ediyor. Bir kütüphanenin içinde açılıyor kitap; aşırı zekâsından ötürü zihinsel engelli olarak kodlanan gencimiz buraya engelli kadrosundan giriyor. Kendisine yönelen ilk bakışlar müdüre ve sekretere ait: Herkesin normal olduğu, ‘hijyenik’ bir kütüphanede kir olarak görülen bu gencin kütüphaneye girişini, tanrı anlatıcının ağzından dinliyoruz. Tuhaf bir genç, konuşmuyor, sorulan sorulara cevap vermiyor. Tam sebebini öğrenmeye çalıştığımız anda, anlatıcı değişiyor ve aynı sahneyi bir de gencin yaşadıklarına bakarak, onun bakış açısından dinliyoruz. Buket Tahmaz Savaş, toplum tarafından anormal olarak kodlanan, farklı olduğu için susturulan ve tabir caizse ‘öcü’ olarak görülen bu gence sesini iade ediyor ve genç, dünden bugüne yaşadıklarını, maruz kaldıklarını bir bir ortaya dökmeye, bizimle paylaşmaya başlıyor.

Mekân olarak kütüphaneyi seçiyor yazar. Fakat bu kütüphanenin, psikolojik rahatsızlıklarla tanımlanan bu gencin kendisini özgürleştireceği bir mekân olup olmadığı meçhul. Her tarafın gözetlendiği, türlü insanların bakışlarına maruz kalan, zarar gören bir evrenden kurtulmak için buraya gelen genç, bir süre sonra buranın da diğer yerlerden farklı olmadığını fark edecek. Her tarafın klinik olduğu bir evrende, kitaplar bu mekanizmalardan kurtulmak için bir çare olarak görülse de, Buket Tahmaz Savaş, bu gözetim mekanizmasını toplumdan sıyırıyor ve onu kütüphanenin tam orta yerine, bir panoptikonu andırır biçimde yerleştiriyor.

Kediler, gencin kendisini arama serüveninde önemli bir yere sahip. Mısır’dan günümüze doğaüstüyle özdeşleştirilen kediler kendilerine bu ‘deliler hikâyesinde’ yer buluyor. Kedilerin bu dünyanın efendileri olarak görüldüğü diyaloglardan çıktığımızda, aslında, Mısır’da olduğu gibi kitapta da kedileri belli bir mistisizmin, bir bilgeliğin atfedildiğini göreceğiz. Haliyle, aklımıza Alice Harikalar Diyarında kitabındaki, o meşhur gülümsemesiyle Cheshire kedisi gelmiyor değil. “Ben deliler arasında ne yapayım?” diye soran Alice’e, “Hepimiz deliyiz burada, ben deliyim, sen delisin” cevabını veren Cheshire kedisi... Bu diyalog, İçimdeki Gölge’nin deli olarak görülen akıllı karakteri göz önüne alındığında, çok daha anlamlı bir hal alıyor.

Kahramanımız delilik ve dâhilik arasında gidip gelen biri olunca, aile gibi, okul gibi kurumların sorgulanması da kaçınılmaz oluyor. Kitapta, okurun sonradan öğreneceği fakat benim burada bozmaya kıyamayacağım, aile arasında bir gizem de mevcut. Kimi akrabaları tarafından dışlanmanın yanı sıra anne baba ilişkisi de bir yumak haline gelen kahramanımızın okul yaşamı da, farklı olduğu için sadece iki gün sürüyor. Yazarın, kahramanımızı bir süre sonra kütüphaneye yerleştirmesinin sebebini de böylece anlayabiliyoruz: Aile gibi, okul gibi kurumların gücüne karşı bir güç konulacaksa, bu ancak bilginin iktidarı olabilir. Kahramanımızın okumaya bu kadar meraklı, kütüphane arşivlerine girmeye bu kadar istekli olmasının sebebi de bu olsa gerek.

Buket Tahmaz Savaş, İçimdeki Gölge’de üstüne konuşulması zor bir konu seçmiş. Birden çok anlatıcı sayesinde temposunu kaybetmeyen romanda, aynı olayın birden fazla kişinin nasıl gördüğüne tanık olmak, kitabın üstüne kurulu olduğu delilik-dâhilik ikiliğe de uygun. Aynı zamanda bir klinik eleştirisi olarak okunabilecek kitapta baskı mekanizmaları sorgulanıyor, farklı olmanın, öteki olmanın ne demek olduğu masaya yatırılıyor. Tüm dünyanın zamanla dev bir gözetleme mekanizmasına dönüştüğü göz önüne alındığında, hikâyenin geçtiği mekân olan kütüphanenin de bundan münezzeh olup olmadığı, romanda önemli bir yer tutuyor.