Yeşim Çağla Ural: Farklılıklarımız değişti, ama farklılıklara olan yaklaşımımız değişmedi. Toplum bugün kendine daha farklı kısıtlamalar, ötekileştirmeler çıkarttı, dinsel önyargıların da hâlâ devam ettiğini görüyoruz

Farklılıklara önyargımız değişmedi

DENİZ İHSAN TAŞDELEN

‘Esir Şehirde Bir Kadın'ın yazarı Yeşim Çağla Ural ile bir araya geldik. Kitaba hazırlık sürecinden duyduğu endişelere, savaş koşullarındaki insanların psikolojisinden günümüz bireylerinin iletişimi üzerine konuştuk. Yazar Ural, 'Esir Şehirde Bir Kadın' ile ilgili, hazırlık sürecinin roman yazma sürecinden daha fazla olduğunu ifade etti.

■ Yazma maceranız ne zaman başladı ve edebiyatın hayatınızdaki yeri...

Roman yazmak gençliğimden beri hayalim. Ancak, İşletme Bölümü’nü ve Bankacılık Yüksek Lisans Programı’nı bitirip çalışma hayatına girince yazma hayalimi ertelemek zorunda kaldım. Ardından eşimle beraber Amerika’ya yerleşip iki oğlumu yetiştirdim. Yazma hayatıma ilk olarak Galeyan isimli romanı İngilizceden Türkçeye çevirmekle başladım. Daha sonra ilk romanım 'Ve Müziğin Sustuğu An'ı yazdım, dört yıl önce yayınlandı. Ardından da 'Esir Şehirde Bir Kadın'ı yazmaya başladım.

■ 'Esir Şehirde Bir Kadın'a hazırlanma süreciniz nasıl gerçekleşti?

Hazırlık sürecim, romanı yazma süremden daha uzun oldu diyebilirim. 1920’li yılların Kadıköy’ünü ve Pera’yı yani Beyoğlu’nu araştırdım, sokak haritalarını inceledim, eğlence merkezlerini araştırdım. Romanda adı geçen tarihi karakterlerle ilgili sayısız kitap okudum, tarihi araştırmalar yaptım, özellikle yabancı yazarların eserlerini okudum. Tarihi olayların Türk ve yabancı gazetelerdeki yorumlarının karşılaştırmalarını yaptım, bunun için New York Times gazetesi arşivlerini inceledim. Sanal ortamda bulabildiğim röportajları dinledim, gerçek yaşam hikâyelerini inceledim ve elbette Türk Kurtuluş Tarihi’ni, hepimiz biliyor olsak da bir kez daha ayrıntılı inceledim. Tüm bu hazırlık bitince yazmaya başlayabildim.

■ Kitap bir dönemin perspektifini sunuyor. Çok derin araştırma gerektiren bir durum. Yazarken bir endişeniz oldu mu?

1920’li yıllar, gerçekten de yazılması, araştırılması zor bir dönem. Hem kaybedilen bir Dünya Savaşı ile başlayan işgal var, hem de yıkılan imparatorluk ile ortaya çıkan milliyetçilik var. Birdenbire yüzyıllardır uyum içinde yaşayan Müslüman Türkler ile Rumlar, Ermeniler, Kürtler ve diğer etnik gruplar, farklı amaçlar içinde buluyorlar kendilerini. Roman, geniş bir tarih yelpazesinde çok farklı millet ve etnik altyapıdan gelen karakterleri anlatıyor. Yazarken, tarihi olayları herhangi bir politik görüşten uzak, tarafsız, sadece bir aşk hikâyesinin parçası olarak aktarabilme konusunda endişem vardı. Romanda vermeye çalıştığım mesaj, hiç kimsenin mutlak olarak iyi veya kötü olmadığıdır. İyileri kötü olmaya iten nedenler her zaman olabilir, aynı şekilde kötü olanların da kendilerine göre haklı nedenleri vardır. Bu mesajı doğru verebilmiş olmayı ümit ediyorum.

■ Bir ailenin yaşantısıyla başlıyor roman ve toplumsal olaylarla birlikte bireyin içinde bulunduğu durumu irdeliyorsunuz. Bu durum, ayrı bir psikolojik okuma yapma ihtiyacı doğurdu mu?

Kitap ülkenin işgal altında olduğu Kurtuluş Savaşı döneminde başlıyor. Genç bir kız olan Keriman’ın âşık olduğu Hristo ile, o günkü şartlar altında birlikte olması neredeyse imkânsız. Keriman içinde bulunduğu zor durumu bazı cesur kararlar alarak değiştirmeye çalışıyor ama ne yazık ki işler fazlasıyla çıkmaza giriyor. Keriman’ın duygularını yazarken ayrıca bir psikolojik okuma yapmadım. Ancak, bugün artık toplumumuzun gündemi farklı olsa da özellikle genç kızlarımızın halen benzer zor durumlarda kaldıklarını, baskılar, tabular ve kabul edilmesi zor şartlar altında çaresiz kararlar alabildiklerini medyadan duyuyor, okuyoruz. Ben de bu tür okumalardan faydalandım.

■ Romanda tarihi karakterler çıkıyor karşımıza ve bir anda okuru şaşırtıyor. En azından ben şaşırdığımı söyleyebilirim. Bu tepkinin oluşmasını bekliyor muydunuz, yoksa bizatihi bu şaşkınlığın olmasını siz mi istediniz?

Araştırmalarımı yaparken, işgal yıllarında yolları İstanbul’da kesişen çok sayıda tarihi karakter olduğunu fark ettim. Bir İstanbullu olarak bu ilginç karakterleri hikâyeme katmak, onları okuyucularımla tanıştırmak istedim. Özellikle, Smirnov votkasının kurucusu Vlademir Smirnov, caz müziğini İstanbul’a tanıştıran zenci bir Rus olan Bruce Tomas ve Bolşevik Devrimi’nin önemli lideri Troçki’nin romana renk katacağını düşündüm. Bu isimlerin okuyucuda şaşkınlık ve heyecan yaratmasını bekliyordum, onların katkısıyla hikâyenin daha gerçekçi ve bir o kadar da sürprizlerle dolu hale geldiğini düşünüyorum.

■ Etnik kökenin savaş koşullarında ön plana çıktığını ve insanların birbirlerine nasıl davranacağını bilememe halini okuyoruz. Bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz?

Evet, işgal yıllarında ve Kurtuluş Savaşı yıllarında maalesef etnik köken ön plana çıkıyor. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu sadece Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgisiyle kalmıyor, aynı zamanda etnik grupların bağımsızlık savaşı ile de mücadele ediyor. Böyle olunca eskiden uyum içinde yaşayan Müslüman, Rum, Ermeni, Kürt ve etnik gruplardan oluşan halk, birbirine düşman kesiliyor. Çok üzücü tabii, ancak olayları o dönemin şartları içinde anlamaya çalışmak lazım. Özelikle Türk ve Rum düşmanlığı öylesine artıyor ki, sonunda nüfus mübadelesine kadar gidiliyor. Bugün bile, koşullar farklı da olsa, hâlâ toplumumuzda değişik etnik, dini gruplara önyargının devam ettiğini düşünüyorum. Bu önyargı da maalesef insanların birbirlerine davranışlarını etkiliyor ve şekillendiriyor.

■ Hristo ve Keriman’ın birbirine duyduğu aşk, her ne olursa olsun bitmiyor. Günümüze bakınca, bu çağda açığa çıkan ikili ilişkiler ile Keriman ve Hristo’nun aşkı arasında ne gibi farklılıklar görebiliyoruz?

Hristo ve Keriman birbirlerini aslında çocukluklarından beri seviyorlar. İkisinin de fazlasıyla genç olmasından dolayı, duygularını biraz da daha yoğun, karşı konulamaz bir tutkuyla yaşıyorlar. Aşklarının imkânsız olması ve kavuşamamak onlar için bu aşkı daha güçlü, daha kutsal kılıyor ve aşkları bitmiyor. Günümüzde ilişkiler tabii bu kadar olanaksız değil. Hatta çoğunlukla fazla hızlı ilerleyen ilişkiler, yeterince özen ve çaba gösterilmeyen birliktelikler haliyle hızlıca bitiyor. Sanırım işin sırrı ilişkiler için çaba harcamak, emek vermek ve kaybetmemek için mücadele etmek.

■ Yazma uğraşının bir şeyleri yazarken de farkına varmak olduğunu düşünüyorum. Buradan doğru romanı yazarken o dönemin koşullarının yarattığı hisleri tekrar yaşadınız mı?

Yazarken kendimi yarattığım karakterlerin yerine koyuyorum, onlar gibi düşünmeye, hissetmeye çalışıyorum. Öyle olunca, Keriman’ın aşkını, çaresizliğini, kaderini değiştirmek için attığı veya atmaya çalıştığı adımları yüreğimde hissederek yazdım. Bir yandan da üzülerek düşündüm tabii, aynı durum bugün olsaydı, her şey ne kadar farklı olabilirdi diye.

■ Günümüzdeki farklılıklar, sizce eski kuşaklara göre ne derece değişim geçirdi? Hâlâ benzer bir çizgi mi taşıyor farklılıklarımız yoksa kuşaktan kuşağa bir farklılaşmadan söz edebilir miyiz?

Farklılıklarımız değişti, ama farklılıklara olan yaklaşımımız değişmedi. O günlerde, savaşın ve işgalin sonucu olarak doğan belli etnik guruplara yönelik düşmanlıklar, önyargılar bugün yok desek de aslında ortadan kalkmadı sadece şekil değiştirdi. Toplum bugün kendine daha farklı kısıtlamalar, ötekileştirmeler çıkarttı, dinsel önyargıların da hâlâ devam ettiğini görüyoruz.

farkliliklara-onyargimiz-degismedi-529281-1.