“Gina, buraların güvenli olduğuna emin misin? FARC’la karşılaşmayız, değil mi?” FARC mı? O da ne?!

“Gina, buraların güvenli olduğuna emin misin? FARC’la karşılaşmayız, değil mi?” FARC mı? O da ne?!

Fırsat buldukça Latin Amerika’ya çamur atmak Hollywood’un yapmayı sevdiği işlerden biridir. Böylece, global bilişsel kaynağımız Hollywood Ansiklopedisi sayesinde, örneğin Mexico City dendiğinde aklımıza Constitucion Meydanı’nın üstündeki ve altındaki muhteşem tarih değil uyuşturucu, adam kaçırma ve gasp gelir. Ya da mesela Tijuana’ya gidip sağ, kaçırılmamış veya soyulmamış olarak dönersek şükretmemiz gerektiğini ‘biliriz’. Böyle düşünmek için o bölgeye gidip kent yaşamını deneyimlemek gerekmez, sayısız Hollywood filmi bu konuda gerekli bilgiyi sunmaktadır zaten. Brezilya öyle, Venezuela öyle... Kolombiya mı dediniz? Eh, Bogota’nın karanlık suç dünyası ve Medellin şehrinde hüküm süren uyuşturucu karteli dışında bu ülke hakkında bilinecek bir şey var mı ki?! Pardon, bir de FARC (Fuerzas Armadas Revolucionarias de Colombia/Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) vardı değil mi?..

İşte Bogota-Medellin yolunda ilerleyen jipte Lauren isimli Amerikalı kadın bunu soruyor: “FARC’la karşılaşmayız, değil mi?” “FARC mı? Hayır, onların çoğunu temizledik zaten” diyor Kolombiyalı muhabir Gina. Lauren ikna olmadığını belli eden bir tavırla ‘Çoğunu mu?!” diyor. Tam o sırada, tesadüfe bakın, araba çok fena bir çukura dalıyor. Böylece Gina’nın söylediğinin doğru olmadığını anlayarak Gallows Hill/Şeytan Tepesi adlı filmin ilk korku nesnesiyle karşılaşmış oluyoruz, tam da Hollywood Ansiklopedisi tarzında: Kolombiya tarihini bilip bilmemeniz önemli değil; FARC’ın ne olduğunu, faşist Kolombiya devletinin neler yaptığını, FARC’la devlet arasında neler yaşandığını bilmeniz de gerekmiyor. Tek bilmeniz gereken FARC’ın korkulacak bir şey olduğudur.

18 yaşında bir genç kız olan Jill, Kolombiyalı annesinin ölümünden sonra başka bir kadınla evlenmek üzere olan ABDli babasından kaçarak Kolombiya’ya, teyzesi Gina’nın yanına gelmiştir. Baba David de kızını zorla düğüne götürmek için müstakbel eşi Lauren’la Kolombiya yollarına düşmüştür. Başkent Bogota’da gönülsüz bir aile buluşmasından sonra, yanlarına Jill’in sevgilisi Ramon’u da alarak genç kızın pasaportunu bıraktığı Medellin’e doğru yola çıkarlar.

Gördüğünüz gibi film ‘korku ideolojisi’nin temel şablonu üzerine kurulu. Önce zenofobi: Amerikalı beyaz adam doğru yolu bulmuş, Amerikalı beyaz kadınla evlenecek. Ama yarı-Kolombiyalı kızı –büyük hatasının ürünü!- yüzünden tehlikeli bir yolculuğa çıkmak zorunda kalıyor. İkinci olarak, hazır çukura da girmişken, ‘yoldan çıkma’ zamanı: Yağmur altında ilerlerken bir polis arabayı durdurup sel nedeniyle yolun tehlikeli olduğunu, ana yola dönmeleri gerektiğini söylüyor. Tabii ki uyarısı dikkate alınmıyor; birkaç dakika sonra polisi (devleti) dinlememenin karşılığını sele kapılarak ödüyorlar, bu da sonuncusu: Düşmanı –FARC- öğrenmiştik, ileride tekrar yardımlarına koşacak olan dostu da böylece öğrenmiş oluyoruz –kazadan sonra “Polisi dinlemeliydik” diyen de FARC korkusu yaşayan ABD’li Lauren olacak zaten.

Filmin bundan sonrasında işler iyice karışıyor: Latin Amerika/komünizm paranoyası yerini ‘şeytanın işbirlikçisi olarak kadın’a bırakıyor. Önce erkek-kadın statüsünün belirlenmesi: Eski bir otele sığınan yolcular Felipe ile tanışıyor. Bu tekinsiz ihtiyarla tüm ‘kurucu’ diyalogları İspanyolca bilmeyen David yapıyor –babaların olduğu yerde kadınlar ve çocuklar konuşacak değil ya! Kolombiyalı Gina, Ramon ve çok iyi İspanyolca konuşan Jill hiç konuşmuyor, sadece gerektiğinde çeviri yapıyorlar. Ardından kadın tehdidinin belirginleştirilmesi geliyor: Eğer ihtiyar bir adam (bilge erkek, ata, sembolik tanrı) bir kızı bodrumda bir hücreye kilitlemişse mutlaka bir bildiği vardır!

Sanırım Şeytan Tepesi son zamanların en ilkel, en gerici, en sağcı, en kadın düşmanı filmi. Yani temsilcisi olduğu yapı yönünden Lauren’ın korkması yersiz, Hollywood’da hâlâ ve hiç FARK yok...