Aslında yazık oldu! Şu faturalara koparılan “yaygara” yüzünden bir fırsat güme gitti.

Oysa, mesele on yılların meselesiydi. 90’larda, 2000’lerin başında kampanyalar yapılmış, ama böyle en üst düzeyde resmen sahiplenilmemişti.

Ne 90’ları? 80’lere, 70’lere gidin… 60’lara ne yaşım ne de o zamanki yabancı dil bilgim yetiyor.

Ama itiraf edeyim, 70’lerde İngilizceyi biraz sökmüş, futbolu da takip eden bir “teenager”ken ben de pek takmıştım konuya.

70’lerden 80’lerin ikinci yarısına kadarki dönem, yaşıtlarım hatırlar, “şerefli mağlubiyetler” dönemimizdi. “Yenildik ama ezilmedik!

İlk en ağır yenilgiyi bir özel maçta Polonya’ya karşı almışız, 1968’de, 8-0! Onu duymamıştım da, 1984’de İstanbul’da, 1987’de de Londra’da İngiltere’ye 8-0 yenilmemiz çok acıtmıştı! 70’lerde öyle çok 3-0’lar, 5-0’lar vardı ki… Sadece milli takım değil, bizim anlı şanlı Kanaryamız, Aslanımız, Kartalımız… Avrupa’nın kıytırık takımları vurup geçer, biz de 1-0, 2-0 gibi “şerefli mağlubiyetler”le teselli bulurduk.

88’de GS Neuchâtel’i 5-0 yenince bitti o dönem.

Fazla top çevirdim, farkındayım ama bunların “turkey” (hindi) travmamızdaki payı büyüktür. 70’lerden 80’lerin sonuna kadar ne zaman bir İngiliz takımıyla karşılaşsak adanın bütün tabloid gazeteleri aynı manşeti attılar: STUFF THE TURKEY (HİNDİYİ DOLDUR)

Az biraz milli duyarlılığı olanın hazmedeceği şey değildi. Nitekim, ecnebilere “Turkey” yerine “Türkiye” dedirtme kampanyaları o yıllarda, o hassasiyetle başladı.

Nihayet 3 Aralık’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan imzasıyla bir genelge yayımlanıp, ihraç ürünlerin yanı sıra diğer devletler ile uluslararası kurum ve kuruluşlarla yapılan yazışmalarda “Turkey”, “Turkei” ve “Turquie” gibi ibarelerin yerine “Türkiye” kullanılacağı ilan edildi de, konu en üst düzeyde sahiplenildi.

Artık Turkey yok, Türkiye var! “Good bye Turkey, Hello Türkiye!” diye coşkuyu vermek ve buradan da bir milli destek devşirmek mümkündü ama yılbaşından beri faturadan başka bir şey konuşulmayınca bu çok önemli fırsat heba oldu!

Tınaz Titiz, bilirsiniz Özal’ın bakanlarından, 1987-89 yılları arasında da Kültür ve Turizm Bakanı olarak tam bu konunun konuşulması gereken yerdeydi. Farzedin ki Hindiyiz diye bir kitap yazdı sonra. Yeterince para harcayıp yaygın bir kampanya yaparsanız, dili İngilizce olamayan 3 milyar insanın aklına da Türkiye (Turkey)=Hindi algısını düşürürsünüz dedi. “Eğer gülümsenecek bir yanımız varsa bu, ad değiştirmekle yok olmaz. Saçsızlıktan şikâyet eden birisi (benim gibi) soyadını Gürsaç olarak değiştirse esas o zaman alay konusu olabilir”, diye örnekler vererek, önemli olanın adımızı değil halimizi değiştirmek olduğunu anlatmaya çalıştı.

Haydi, farz edelim ki Turkey değil, Türkiye’yiz; tonlarca uyuşturucunun gelip geçtiği, iktidar gölgesinde büyüyen gençlerin pudra şekeri çektiği bir ülke olmaktan çıkacak mıyız?

İnsanların ısınmak için faturalarını yakmaları son bulacak; avro dolar, misal 2-3 yıl önceki yerine inecek; ekmek kuyrukları son bulacak mı?

Gazeteciler hapsedilmeyecek, kadın meslektaşımıza refakat için Ahlak Polisi gönderilmeyecek; seçilmişlerin yerine kayyımlar atanmayacak; tarikat yurtlarında taciz, tecavüz intihar olmayacak; üniversiteliler barınabilecek ve evlerine artık “fuhuş yuvası” denmeyecek mi? Çocuk Sıla’lar katledilmeyecek mi?

İktidar koynunda devlete paralel yapılar büyütülmeyecek mi?

Dağlar, ormanlar, dereler yağmalanmayacak mı?

Bu sorular o kadar uzar ki, şu cumartesi günü yazanı da okuyanı da sıkar! Ama biliyorum; gün gelecek şıkıdım şıkıdım yazılar yazılacak, siz de ben de keyifle okuyacağız.

Geççek yani!