Türkiye’de artık en kolay iş siyasi tahlil yapmak. Fuat Avni tweetlerine bak, yarın ne olacak öğren yani, tahlile mahlile de gerek yok!

Gerçi her şey ayan beyan ortadaydı. Siyaset biliminde komplo teorisi kategorisine giren türden yorumlar, bizde siyasi gelişmeleri algılamaya hizmet eden yegâne tarz değil mi? Düğmesine basılabilen bir ırkın ahfadıyız. Bakın işte yine düğmeye basıldı ve AKP darbecileri “bize darbe yapılıyor” diye yine taarruza geçti.

Şimdi her konuda bağıra çağıra, car car yalan söylüyorlar ya, aslında toplumda tam da böylesine teşne bir kesimin anladığı dille kendi ideolojik hegemonyalarını pekiştirmiş oluyorlar. Gezi hakkındaki yalanlarını tekrarlarken, şimdi o yollarda beraber yürüdükleri Cemaat’e bütün suçları yıkarken, “alperen esnaf, Osmanlıca, ana okula mescit” derken gündem değiştirmiyorlar ki, ideolojilerini pekiştiriyorlar. Akraba kayırmacılığı (nepotizm) suçlamaları vız geliyor, tırıs gidiyor, çünkü bu suçlamaları her duyduklarında nepotizmden öte hanedanlık hülyaları pışpışlanmış oluyor.

Napolyon, “biricik ciddi söz sanatı tekrardır” demişti. Yalanlarını biteviye tekrarlayarak, mezhepçi faşist ideolojiyi hâkim kılıyorlar.

İddialarını “tekrar edildikçe ispatlanmış bir hakikat” gibi zihinlere yerleştiriyorlar. Memleket öyle bir noktaya geldi ki, o cenahtan bir kişiyi karşınıza alıp tartışarak belki ikna edebilirsiniz; aman böyle bir şeyi kesinlikle o cenahın karşısına geçip yapmaya kalkmayın: Linç edilirsiniz!

İşte iç savaş ortamı da adım adım böyle oluşturuluyor zaten, gerekli ve yeterli koşullar olgunlaştırılıyor. Toplum kutuplaşırken gerici ve devrimci iç dinamikler de karşılıklı mevzileniyor.

Hani gençliğimizde, “folluktaki yumurtayı ısıtmazsan civciv çıkmaz; ama taşı ısıtsan da civciv olmaz” diye diyalektik seminerleri verirdik. Gerekli koşullar derken iç dinamikleri, yeterli koşullar derken de dış dinamikleri kastetmiş olurduk. Mesela son bir damla, bardağın taşmasına yetiverirdi. Ancak bardak taşıyor, herkesin sabrı tek tek taşıyor; ama toplumun sabrı nedense bir türlü taşamıyordu, ta ki 2013 Haziranı’na dek... Haziran isyanı kendi dinamiğiyle taşı sıktı suyunu çıkardı!

Artık gerekli ve yeterli isyankâr koşullar da olgunlaşmaktaydı.

Ve bu yüzden 2013 Haziranı Zalim’i öyle bir korkuttu ki, folluktaki taşa döndü, taş kesildi, taksiratından dolayı “Allah onu taş etmiş” olsa gerekti! Bilhassa kalbini… Şimdi taşlaşmış kalbiyle (ve kalplaşmış kalbi duygularıyla!) kılıcını çekti işte.

Bu durumda son Cemaat operasyonunun asıl anlamı da, Zalim’in iktidarı kendi şahsında tekleştirmesi önündeki son pürüzleri yok etmesidir. İktidarını seçim yoluyla değil, toplumu kutuplaştırarak körüklediği bir iç savaş ortamında sürdürebileceğine inanıyor. Yani yargıya, hukuka filan “çok da lülüydü” diyebilen bu zihniyet, seçimle bile iktidardan asla inmeyeceğini ilan etmiş oluyor.

12 Eylül (1980 ve 2010) yadigârı siyaset tarzını çok iyi biliyoruz: Faşizmin gerçekleşmesi için koşullar olgunlaştırılır; armut pişer ağza düşer.

AKP iktidarı boyunca muhalif herkes darbeci sayılmakla kalmadı, muhalefetsiz bir iktidar için de (gerekli ve yeterli!) koşullar olgunlaştırıldı. Şimdi de önce Cemaat armudunu yiyecekler, sonra sıra bize gelecek, orası belli. Armudun iyisinden bunlar anlıyor ve en iyisini sona saklıyorlar, orası da belli.

Öyleyse bağıra bağıra gelen faşist saldırganlık karşısında armutluğun lüzumu yok.

Eşitlikçi, özgürlükçü, bağımsızlıkçı, laik, kamucu, dayanışmacı yeni bir toplumsal düzenin kurucu iradesini birleşik direnişimizle inşa edebilmemizin, Haziranlaşmamızın lüzumu var.

Ya Aralık kışlarında yaşayacağız, ya kış ortasında Haziranlaşacağız