8 yıldır Fethiye Kumluova’da ailesiyle yaşayan İbrahim Çay’ın kapısında 2 araba ve 4 motosiklet zınk diye durmuş.

İbrahim Çay gelen “motorize ekibin” niyetini hemen anlamış ve çocukların yanında bir şey yaşanmasın telaşıyla serasına doğru koşmuş.

Arkasından gelenlerin “Terörist kaçıyor” bağrışlarını duyunca, dönüp bakmış ki hepsi kapı komşusuymuş.

Komşu örgütlenmesi “linç çetesi” İbrahim Çay’ın üzerine saldırmış , tıpkı Sırpların yıllardır beraber yaşadıkları Bosnalı Müslüman komşularına saldırdıkları gibi...

Sonra onun paralanmış kıyafetleri ve yüzü gözü kan içinde iki eliyle Atatürk büstünü kavramış görüntüsü bize ulaşmıştı.

Fotoğrafta İbrahim Çay’ın ötesinde ayakta duran linççi, bütün faşistler gibi somut kavrayışta kalmış “dünyayı dönüştürecek” soyut idrake varamamış nefretle kasılmış yüzüyle yer almıştı.

O yüz geçen hafta bayraklı lümpen ve kefenli gürbüzler sokağa bırakılınca ayağa kalkmış “insani mayası kokmuş” faşist gövdeye aitti.

Bayrakları büyütüp tekbirleri çoğaltıp insanlığa ve hukuka karşı işlediği suçlarını örtbas eden devlet prodüksiyonunda sahneye çıkmıştı...

İbrahim Çay’a sırf Kürt olduğu için linçe kalkışan saldırganların duygusal tepkisine hürmetli, İbrahim Çay hakkında ise soruşturma açan Guetamala-Hindistan eksenindeki vatandaşlık tanımının gömüldüğü, tekin olmayan ülke Yeni Türkiye idi.

Yani bin yıllık “yerli medeniyet parantezi” 35 günlük bebekten havada uçan kuş sürüsüne kadar ete-kemiğe-cana hınçla/linçle bulaşıyordu.

7 Haziran’dan sonra parlamenter sistemin gereksizliğini kitlelere dikte eden “fiili rejim” geçen hafta bünyesinde istihdam ettiği sivil unsurları organize edip Yeni Türkiye “faşizan rejim” ön tanıtımını sunmuştu...

Ve 1 Kasım’a kadar vatanın ve sokakların asıl “hakkı yenmiş” sahipleri kimdir o taşlar, sopalar kime karşı kullanılacak, nereler yakılıp yıkılacak aleniyetle gösterilmişti.

Böylece İslamcı Türkiye, neo-liberalizmin yıllardır “işe yaramaz” diye depoladığı işsiz, ezik erkek kalabalıkların “kullanma” tarihi gelince anti-Kürt güdüsü kışkırtılıp “katliam” çığlıklarıyla sokaklara doluşmuş ve Yeni Türkiye’nin talan””sermaye birikimi ve varaklı “tüketim teşhirinden”” nasipsiz varlıkları, değersizlik duygularıyla HDP bina ve Kürt vatandaşların üzerine sürülmüştü.

Güneydoğu’da şiddete doyamayan kör savaş, vahşi saldırı, puslu ölüm trafiğine Türkiye’nin batısından vandalist katkı sağlanmıştı.

Doğuda ise halk 9 gün boyunca dünyadan tecrit edilmiş “terörist halk” gettosuna dönüştürülen Cizre’ye tıkılarak, başta yaşam hakkı dahil bütün insani haklarından azledilmişlerdi.

Fail ile mağdur arasındaki hukuki ayrımın bittiği, çöplerin arasına çocuk cesedi atılan Cizre’de bebek, kadın, yaşlı demeden 23 masum sivil günler süren “insan avında” hayatını kaybetmiş, analar ölü çocukları koyunlarında üç gece yatmışlardı.

Demek ki şiddetin denklemi şöyle kurulmuştu, doğuda “terörle mücadele” batıda ırkçı pratiği birbirini emzirerek tırmandırılacak ve 1 Kasım seçimlerinde İslamcı- Faşizm üzerine montaj “süresiz” tek kişilik rejim sandıktan devletin zor ve zulüm gücüyle çıkartılacaktı. Oysa artık bir daha asla yönetemeyeceği Türkiye gerçeği kendilerine o kadar büyük bir hızla yaklaşıyordu ki...