Michael Mann’ın kitabı, “Faşistler”de konu Avrupa ama genel olarak faşizmin nasıl iktidara geldiği, faşistlerin kim oldukları, ne istedikleri anlatılırken birçok tanımlama ve öykü tanıdık geliyor:
“Örgüt bakımından, yukarıdan-aşağıya değil, ‘aşağıdan-yukarıya’ bir hareket oldukları için diğer otoritelerden farklıydılar. Ve daha ‘radikal’ yönlere, kendi merkezi tarafından sürüldüler: Paramiliter, aşkın ve arındırıcı bir ulus-devletçiliğe inanıyorlardı. Faşizm ne mevcut devlete ne de onun askeri kanadına adanmıştı, bundan ziyade onları kökten değiştirme, ‘sınıf kafalarını birbirine çarpma’, ulusu düşmanlarından arındırma ve böylece sınıfsal ve siyasi çatışmaları aşma arayışındaydı. Kendilerini bir halk hareketi olarak gördükleri için, iktidara gelme stratejisi olarak seçimlere karşı değildiler. Çoğu, seçimlerde azimle yarışarak ideolojik manipülasyon şeklindeki kitlesel seçim tekniklerine öncülük ettiler. Sadece, çok hızlı bir şekilde iktidara geldikleri için İtalya’da seçimler faşist etkinliklerin merkezi bir parçası değildi. Daha muhafazakâr otoriter sağcıların aksine, faşistler devletin seçimleri manipüle etme ve ayarlama gücünden (iktidara gelmelerinin sonrasına kadar) yararlanamadılar. Faşistler ona inanmamış olsalar da demokrasi, başarıları bakımından hayatiydi.”
Tabii ki tarih aynı şekilde tekerrür etmez, örneğin Avrupa’da siyasal İslam ya da İslamcılık gibi ideolojilerin egemenliği yoktu. Burada var. Dolayısıyla farklı ama yine de karanlık bir gelecek bekliyor bizi.
Öyle görünüyor ki artık sadece polis şiddetiyle karşı karşıya değiliz.
Sokaktaki tacizler, muhalif kurumlara saldırılar, pogrom denemeleriyle daha sık karşılaşacağız.
Zafer duygusuyla hareket eden AKP seçmeni artık daha pervasız.
Sermaye başta olmak üzere ‘muhaliflerin yanında duruyormuş’ imajı yaratan birçok kurum/şirket/holding ve özellikle bazı medya kuruluşları da artık siyasi iktidarın yanında olacak.
Korku bitmedi daha da yükseldi.
Mann, “Ne mülkleri ne de kazançları tehdit edilirken, varlıklı sınıflar neden soldan gelen muhalefete karşı otoriter silaha bu kadar çabuk davranacak kadar hassastılar?” diye soruyor.
Sebeplerinden biri olarak da ‘tehdit edici’ düzeyde olmasa bile yükselen muhalefetin, sermayeyi ne denli korkuttuğunu gösteriyor:
“Son on yıllar, devrimin modern toplumlarda gerçek bir olasılık olduğunu ortaya çıkarmıştı. Bu ihtimal artık azalır gibi görünse de, mülk sahipleri bundan emin olamazdı. ‘Güvenlik açmazının’ günümüz siyaset bilimcileri tarafından vurgulanan bir türü, insanların ‘yaşama kasteden’ bir tehdide, bunun gerçekleşme olasılığı az da olsa, aşırı tepki verebileceklerini öne sürer. Almanya’da 1922’den sonra bir Bolşevik Devrimi’nin olma olasılığı düşük olabilir, ama Alman kapitalistleri solculara ‘üzgün olacağına güvende ol’ ilkesinden hareketle aşırı tepki verebilir. Siyasi sağ için ‘kesinlik’, ‘güvenlik’ ve ‘düzen’ bağlantılı değerlerdi.”
Faşizm kurumsallaşırken, -Başbakan Davutoğlu’nun Boynukalın’la birlikte halkı selamlaması gibi -AKP’nin meydan okuma hissi yaratan hareketleri şimdi daha fazla anlam kazanmış durumda.
Gezi Direnişi (bunca uzaktan bakınca) adıyla tanımladığımız muhalefet, şimdi daha anlamlı ve daha zorlu ve daha elzem görünüyor.
O dönemki dertlerimizin çözümü için sandığı gösterenler, şimdi nereyi işaret ediyor?