Benito Mussolini İtalyan tipi faşizmi anlattığı Enciclopedia Italiana’da “La dottrina del fascismo” başlığıyla “Faşizm Doktrini”ni kaleme alır. Faşizm maddesinde Mussolini, “faşizmin felsefeye ihtiyaç duyduğundan” bahseder ve dünya görüşünü somutlaştırmak için bir devlet teorisini kabaca resmeder. Rejimin felsefeye yüklediği anlam, İtalyan “faşizm ruhunu” detaylandıracak ve bütünleştirecek öğeleri içermektedir.

Faşizm, ideoloji ve felsefe

KANSU YILDIRIM *

DIŞAVURUM
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın toplumsal düzeni ve disiplini, devlet aygıtlarından önce bizzat kendi eliyle sağlamak yönünde bir eğilimi var. Bu o kadar kuvvetli bir eğilim ki, Cumhurbaşkanı’nın kızdığı veya tasvip etmediği çoğu konu, hızlı bir operasyonla bir “siyasa” biçimine dönüşüyor. Bir kişinin kolundaki dövmeyi bedenin sıhhati açısından onaylamamasından bir gün sonra, okullara dövme yasağı düzenlemesi geliyor. Yahut alkol ve sigara gibi İslami etik-yaşamın standartlarına uymayan “keyif verici” maddelere erişim, ya satış sürelerinin daraltılmasıyla ya da vergi yüküyle zorlaştırılıyor. F klavye üzerine olan tartışmalarda da benzer bir eğilim bulunuyor. Cumhurbaşkanı tarafından Türkçeye ve Türkiye’ye en uygun olduğu düşünülen F klavyenin “milliliği” üzerinden kamu dairelerinde kullanılması yönündeki baskı arttırılıyor.
Cumhurbaşkanı’nın toplumsal yaşam kadar bürokratik düzeni-disiplini sağlama girişimi sadece bunlarla sınırlı kalmamıştır. Eğitim yaşamında, Osmanlıcanın ders olmasına dair, yine “millilik” ve “yerlilik” üzerinden bir “zorunluluk” getirilmiştir. Kronoloji aynıdır: Önce Cumhurbaşkanı “atalarının mezar taşlarını okuyamıyorlar” şeklinde kendiliğindenci görünümde, milli varoluşu önemseyen, meslekten siyasetçi sorumluluğuyla konuya giriş yapmıştır. Arkasından yandaş sendikaların dayatması ile Milli Eğitim Şûrası’nda kabul edilmiştir; nihayetinde Milli Eğitim Bakanlığı siyasa olarak şekillendirerek okullarda okutulmasına karar vermiştir.
Eğitim yaşamıyla ilgili bu dizilimi, yine Cumhurbaşkanı’nın “Türkçe ile bilim ve felsefe yapamazsınız” sözü takip etmiştir. Cumhurbaşkanı sözlerinin devamında felsefe için Osmanlıcanın gerekliliğini vurgulamıştır. Bu tartışma, esasen, rejimin rövanşist eğilimine indirgenemeyecek kadar çok boyutludur.
AKP, uzun zamandır kurucu rejimin toplumsal kodlarını çözerek, “Yeni Türkiye”nin kodifikasyonunda ısrarlıdır. Bunun için siyasi teamülleri, hukuki mekanizmaları ve sermaye birikim stratejilerini dünya görüşüne göre yeniden anlamlandırmaktadır. Bu aralar ise ideolojik yeniden üretim için vazgeçilmez olan eğitim boyutuna verdiği önemi arttırmıştır. 4+4+4 sistemi, F klavye, Osmanlıca dersleri diziliminde rejim şu noktayı fark etmeye başlamıştır: “Bir elinde tablet, diğer elinde Kur’ân” taşıyan nesil için eğitimden biraz daha fazlası lazımdır. Marx’ın 3. Tezinde vurguladığı gibi, “eğiticilerin eğitilmesi” gerektiğinin ayırtına varmışlardır. Bu nedenle Cumhurbaşkanı özelinde kristalize olan Osmanlıca ve felsefe tartışması, önceki (status qua ante) rejimi altüst etmeye yönelik bir hamlenin ötesinde, partiyi yakından ilgilendiren (ideolojik) hegemonya krizinin de bir dışavurumudur.


“MOBİLE VULGUS”
Üzerinde durmak istediğim husus, Osmanlıca ve felsefe konularındaki çıkışların ideolojik ve tarihsel arkaplanıdır. Zygmunt Bauman’ın belirttiği üzere yeni yönetim dönemlerinde “halkın eğitilmesi” önem arz eder. Yönetici sınıflar tarafından halk, “mobile vulgus” yani hareket eden güruh olarak görülerek, risk teşkil edenler listesinde başta gelir. Bilhassa iktidar bloğundaki zümrelerin çıkarlarını tehdit edebilecek disiplinden yoksun kitlelerin hizaya sokulması, yine eğitimle öngörülür. Buradan hareket edersek, AKP’nin dindar neslin yetişmesi için referans verdiği tarihsel eşik, Cumhuriyet’in bir öncesi olmalıdır. İktidarın ve entelektüel yandaşlarının Gezi’yi analiz ederken, isyanı, Cumhuriyet Mitinglerinin, CHP’nin veya Kemalistlerin olduğu bir bağlama yerleştirmeleri tesadüfî değildir. Gezi’yle ilişkilendirdikleri, hatta kökenine indirdikleri bu kitlenin, kurucu rejimin resmi ideolojisi dâhilîdeki eğitim müfredatından yetişmeleri, rejim için halledilmesi gereken bir problematiktir. Böyle bir kitle, “mobile vulgus”tur.
Türkçeye karşı Osmanlıcaya salık vermeleri, Cumhuriyete karşı Osmanlı’ya referans verilmesinin izdüşümüdür. Dün Gezi’de, yarın başka bir zaman-mekânsal uğrakta rejimi sarsabilecek “mobile vulgus”un eğitilmesi için “yeni” bir pedagojik, filolojik, psikolojik, kısacası disipline edici kodlar silsilesi lazımdır. İdeolojik yeniden üretim ve konsolidasyon için eğitim hayatı, ders programları, öğrenim dili, her biri rejimin ideolojisine ve propagandasına hizmet etmelidir. Ama temel düşünce sistemi olmadan bir ayak hep eksik kalacaktır.


FAŞİZMİN FELSEFESİ
Rejim açısından eğiticilerin eğitilmesi sorununun çözümünde bir düşünce sistemi oluşturma yahut varolan sistemlere adapte olmak öncelikli stratejidir. Şekil itibariyle, parlamenter demokrasiyi benimsemiş, muhafazakâr-mukaddesatçı-kapitalist bir ideolojik sarmal içerisinde bulunan AKP, yeni bir momenttedir: Gezi ve yolsuzluk operasyonlarıyla birlikte parti çekirdeğini korumaya dönmüş; dar kadrocu, güvenlik pratiklerini yoğunlaştırmış ve faşist rejimlerin düşünsel eğilimlerini öne çıkarmıştır. Koruma refleksi, saldırı ve iç düşmanlara karşı savaş refleksine dönüşmüştür. Böyle bir moment değişiminde, rejimin beka için felsefeye duyduğu ihtiyaç, Mussolini’yi hatırlatır.
Benito Mussolini İtalyan tipi faşizmi anlattığı Enciclopedia Italiana’da “La dottrina del fascismo” başlığıyla “Faşizm Doktrini”ni kaleme alır. Faşizm maddesinde Mussolini, “faşizmin felsefeye ihtiyaç duyduğundan” bahseder ve dünya görüşünü somutlaştırmak için bir devlet teorisini kabaca resmeder. Mussolini, rejimin felsefesi için Hegelci düşünce sisteminden beslenen, Giovanni Gentile’ye bu görevi verir. Gerek Mussolini’nin gerekse Gentile’nin vurguları klerikal, yani dinsel motifler eşliğinde belirginleşir; tarih, siyaset, insan, liberalizm temalarında her şey devlet kavramında boğumlanır. Rejimin felsefeye yüklediği anlam, İtalyan “faşizm ruhunu” detaylandıracak ve bütünleştirecek öğeleri içermektedir.
Mussolini, faşizmin felsefesiyle insan tipini tanımlar: “Bütün enerjisiyle faaliyette olan aktif insan.” Bu insan tipolojisi, liberalizmin insanından farklı, maddi yaşamın zevkleri yerine bir “kavram”ın peşinde olacaktır: Faşizm. Faşizm aynı zamanda “bireyi aşan ve onu manevi bir toplumun bilinçli üyesi mevkiine yükselten” “üstün bir hukuk ve objektif bir irade ile insan arasındaki batınî ilişki şeklinde dinsel bir kavramdır”. Mussolini faşizmi kavramsallaştırdıktan sonra dinsel ve insani boyutunu “total devlet”le örtüştürür: “…her şey devlettir; devletin dışında insani ve manevi hiçbir şey var olamaz”. Kadri mutlak devlet ideası, aynı zamanda bir özgürlük düşüncesini de içerir: “…tek özgürlük devletin ve devlet bünyesinde bireyin özgürlüğüdür”. Buradaki diğer bir örtüşme, bireye tanınan sınırın devlet tarafından çizilmesidir: “[Faşizm] Devletle uyum içinde olduğu takdirde … insandan yanadır”. Özü itibariyle bu durum, sınırsızlık halidir.
Felsefe aracılığıyla içeriklendirilen faşizmin son maddesi “faşizm kavramı”nın da özetidir: “…Faşizm, sadece kanun koyucu ve kurumların kurucusu değil, aynı zamanda manevi hayatın eğitimcisi ve yükseltenidir”. Mussolini’nin “Faşist Devlet bir güçtür” şeklindeki önermesinin tasdiki olan bu cümle, dinsel, ekonomik, tarihsel öğeleri içeren, toplumsal düzeni sağlayan rejimin, eğitim boyutunu gözler önüne serer. Moral yanlarını da dikkate alırsak, tanrı kompleksine sahip rejimde, felsefe, aynı zamanda eğitimin üst-belirleyeni olarak, bilgi aktarımı dışında toplumsal ve bireysel bir harç işlevi görür.
Tarihsel hatırlatmanın güncelliği, rejimlerin felsefeye ve ideolojik yeniden üretime duyduğu ihtiyaçlar sepetinde saklıdır. Dün 1932’de İtalya’da, bugün 2014’te Türkiye’de dil, eğitim ve felsefe üzerinden yapılan serzenişlerin kökeninde, rejimin ideolojik yeniden üretimi için gerekli düşünce sistemlerin yerleşiklik kazanması amacı vardır. Kapitalist üretim ilişkilerini dışlamayan ama liberalizmi hedef alan(!), devlet-birey ilişkisini “savaş eğitimi”yle belirleyen irrasyonel faşist felsefe ile AKP’nin amaçladığı “bölgesel güç” “Yeni Türkiye”de eğitimin ve eğiticilerin eğitilmesinde önemli gördükleri irrasyonel felsefede, motivasyonlar benzeşir. Her iki rejimin ilgili motivasyonu, Mussolini’nin kelimeleriyle, “me ne frego” (korkmuyorum/umursamıyorum)dur. Rejimin ideolojik yeniden üretim sürecinde her kuruma ve ideolojik, siyasi, kültürel koda açtığı savaşın arkasındaki patoloji biraz burada saklıdır.
Bu patolojiyi sonlandıracak tek formül, anti-faşizmdir.

*Kampfplatz Dergisi Yayın Kurulu Üyesi