Faşizm kolay kolay tepeden, darbe ile gelmiyor. Bir tür kuluçka dönemi olmadan doğmuyor. Sıradan insan, çoğu zaman istediğinin faşizm demek olduğunun farkında bile olmadan onu tek kurtuluş seçeceği olarak görmeye hazırlanıyor. Kuluçka döneminin “bilerek, planlı ya da kendi dinamikleriyle” gelişmesinin önemi yok. Öyle koşullar oluşuyor ki, sokaktaki insan, aklına “kendiliğinden geliveren” çözümler aracılığıyla  faşizmi “ister” […]

Faşizm kolay kolay tepeden, darbe ile gelmiyor. Bir tür kuluçka dönemi olmadan doğmuyor.

Sıradan insan, çoğu zaman istediğinin faşizm demek olduğunun farkında bile olmadan onu tek kurtuluş seçeceği olarak görmeye hazırlanıyor. Kuluçka döneminin “bilerek, planlı ya da kendi dinamikleriyle” gelişmesinin önemi yok. Öyle koşullar oluşuyor ki, sokaktaki insan, aklına “kendiliğinden geliveren” çözümler aracılığıyla  faşizmi “ister” hale geliyor.

Kuluçkanın ilk dönemi, aslında üstünken hakkı yenilmiş millet olma, dışarıdaki düşmanlar tarafından yok edilmek istenen kahramanlar olma gibi politik efsanelerinin inşası. Yumurtayı çatlatan ise “görünürde” politik kargaşayla ilgisi olmayan sıradan olaylar.

Türkiye’nin son 20 yılını politik olmayan asayiş ve güvenlik istatistikleri üzerinden değerlendirmek, çok ilginç olabilir. 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesinden sonraki bir kaç yıl içinde hızla azalıp, medya görünürlüğü kaybolan “kap kaç” olaylarını hatırlayın. Kap kaçın gerçekten mi azaldığının yoksa medyada yer verilmediği için mi öyle sanıldığının da bir önemi yok. Hangi uzmana sorsanız azalmayı sağlayan iki asli etkenden söz edecektir. Yasada suç türünün gasp olarak değiştirilmesiyle eskiden bir kaç ay yatıp çıkan suçluların otuz yıla varan mahkumiyetler almaya başlaması. Sivil gezen “güven timleri” ve MOBESE sistemi sayesinde  sokaklarımızın “güvenli” hale gelmesi!!! Gözetlenmeyi istemek ve ağır cezaları onaylamak.

Bu güne kadar yapılan seçimlerde, çocuk kaçırma, kaybolan çocuk, öldürülen, tecavüz edilen çocuk haberlerinin medyada yer alma sıklığının seçim öncesi ve seçim sonrası dağılımına bakılsa nasıl bir veri ortaya çıkar acaba?

Aynı bağlamda havalimanında çalışan emekçiye terbiyesizlik eden kadına verilen tepkilerin içerik çözümlemesi bize ne gösterir? Kadının terbiyesizliği ile maruz kaldığı “ceza” arasında “hakkaniyet” var mı? Aynı havayolu ve yer hizmetleri şirketlerinin bu güne kadar çalışanlarının haklarıyla ilgili sicilleri ortadayken dönüş biletini de iptal ettik, bir daha da bizimle uçamaz cezalarını övünerek ilan etmeleri! Sosyal medyada Bodrum’ dan İstanbul’ a yürüyerek dönecek, zaten bakın eskiden de ne yazmış, bakın bakın erkeklerin oturduğu masanın üstüne çıkmış, mini eteğiyle göbek atmış ifşaları!

Sıradan insanlar, ne zaman kendileri gibi sıradan olan diğer insana güç kullanabildiklerini ve tersine aralarından birini “güç” kullanmaya kalktığı için birleşerek ezebildiklerini, cezalandırabildiklerini fark ederlerse faşizmi ister ve ona özenir hale gelmişler demektir. Kadın ve diğer yolcuların birleşerek havayolu şirketine kızmaları gerekirdi. Oysa, kadın “zayıf” gördüğünü hedef aldı, diğer yolcular da havayolu şirketine olan kızgınlıklarını kadının üzerine boca etti. Şirket hem çalışanını başka bölüme sürdü hem de kadını “istenmeyen yolcu” ilan ederek aklandı! Yolcular ne rötarı sorguladılar ne de rötarın asıl sorumlularını.

Hızla artan çocuk tecavüzleri ve kaçırmalarına bu gözle baksak ne göreceğiz? En zayıf olan çocukların sokakta hedef alınması, sadece sokağa çıktığı, otobüse bindiği için kadınların tacize açık hale gelmeleri ne anlatıyor? Yakalanan tacizcilerin “polis ellerinden alana kadar” sıradan insanlarca öldüresiye dövülmeleri ile birlikte düşünelim. Yaşadığımız mahallenin/ ülkenin içimizdeki düşmanlar yüzünden ölümcül tehlikelerle dolup taşması “bir büyük koruyucu cezalandırıcıya” olan arzuyu biçimlendirmiyor mu?

Sorumlular aramızda değiller, onlar tepemize çöreklenmenin hesabını yapıyorlar. Birbirimizi kırmaya başlarsak da olanca zalimlikleriyle hazır bekliyorlar.