Obama’nın Che önündeki fotoğrafı bize yeniden düşünme olanakları yaratıyor. Raul, çok sert çıktı dünyayı tarihin en pis savaşına taşıyan ABD başkanına. Obama daha birkaç gün önce, kızına, siyahi olmakla ilgili açmazlarını anlatmış, duygulu mesajlar vermişti. Bir yanım Obama’nın düzen içinde sivrilen iyi bir ürün olduğunu söylerken, öte tarafım, kişi dünyanın başkanı bile olsa er ya da geç hakikatin, yani sömürü düzeninin karşısına dikildiğini söylüyor, dedi. Kapitalizm, Obama’yı yaratan ve esir alan düzenin adıdır.

Yazarlık serinkanlılık gerektiren zorlu bir işçilik… Her güne yazı yetiştirmek, kısa aralıklarla büyük cümleler etme zorunluluğu diyelim, hata yapma olasılığını arttırır. Bir yandan vazgeçmek istersin bu deli saçması işten, öte yandan, kendini ifade etmek, okurlarını temsil etmek görevin vardır; esas olan, bu zorlu süreçleri büyük hata yapmadan, topluma yalan söylemeden, hasar vermeden tamamlamaktır. Bugünlerde itirafçılık, operasyon gazeteciliği moda olunca aklıma düştü yeniden…

Yukarıdaki iki duygu/düşünce hali arasında yakın ilinti olduğunu görmekle başlamalı işe. Bir kimse, nasıl olur da hem parıltılı, düşsel bir yaşam içinde olur, hem de büyük ve ölümcül esaretin içindedir aynı anda? Bu soruyu iyi anlamak gerek. Yanıtı karmaşıktır. Bizi büyük yanılgılardan; kendimize, topluma, dünyaya zarar vermekten koruyan etik ölçülerimiz ve ideolojik varlığımızdır. Zamanla oluşan bu değerler, eğer yanlış bir kurguyla ele alınmışsa boşa giden bir yaşam söz konusudur. Adorno ne der; “Yanlış yaşam doğru yaşanmaz”.

Yanlış ve doğrunun ölçütünü kim koyar? “Bence” diye cümleye başlayana iyi bakın, kulak verin; kendini dünyanın merkezi, tarihin başlangıcı sanmaktadır. “Bence” kolaycılığın dile gelişidir. “Dünya güneş çevresinde dönmüyor bence” demenin bir değeri yoktur. Tüm dünya sana inansa bile anlam taşımaz. Dünya hareketine devam eder, seni alkışlayan, peşine düşen güruh büyük yanılgıyı yaşar ve sonunda kaybolup gider. İnanç insanın yanılgısıdır!

Tüm faşist önderler bu “bence”nin tutsağıdır. Onları esir alan kudretlerini sağlayan arkalarındaki o güruhtur. Yani faşist önderler o parıltılı hayatın şehveti, şımarıklığı içinde; peygamberlik, yarı-tanrılık oynarken, korkunç bir sona giderler. Elbet bu durumu sağlayan güruh peşinden sürüklenir. Büyük felaket böyle gelir. Kaos/kargaşa böyle anlarda üst noktaya gelir. Savaş başlamıştır. Toplum hastalanmıştır. Bir meczubun peşinden sürüklenir, başsız bir gövde halidir bu. Toplu intihar diyebiliriz buna.

Dünyanın her yanında olan patlamalar karşısında tüm toplumlar şaşkın, çaresiz ve öfkeli halde. İşte bu ortam, kapitalizmin yeniden soluklanması için en uygun koşulları doğuruyor. Din, mezhep, milliyetçi ayrışmalar; insanlar arasında keskin sınırlar çizilmesine neden olur, hemen peşi sıra şiddet, savaş meşru hale gelir. Dünyanın dört yanındaki mafya devletlerine, esas terör kaynağı olan büyük emperyalistler katılır. Filin zücaciye dükkânına girmesi gibi kimin kırılıp döküleceği tartışılamaz. Memleketimizin sokaklarında daha çok resmi giysili güvenlikçiler göreceğiz, asıl önemli olan artık AB ülkelerinde de bu iyice durum belirginleşecek. İradesini devretmiş insan, başına gelene hayret eder ve tanrıya sığınır. Bu sonucu öngörmüştür kapitalizm… Amacına ulaşmış olur…

Diyeceksiniz ki; “Bu tahlillerin zamanı mı? Hiç mi bir duygun yok!” Tam da duygum bu aslında! Soğuk terler döküyorum. İç sıkıntım artmış, bir kafesin içinde debeleniyorum günlerdir. Nasıl oluyor da, insanlık cehalete boyun eğiyor, şiddete. Kendini tanrı tarafından görevlendirilmiş ilan eden Bush yerine Trump geliyor. Düşünsenize; kapitalizm hep en kötüsünü buluyor, pazarlıyor. ABD halkı satın alıyor ve bizim kaderimiz böylece beliriyor. Yazık ki halklar kolay kanıyor, diktatörler böyle geliyor. Sonları felaket oluyor diktatörlerin ama milyonlarca insan bu felakette ölüyor!

Sanmayın, sokaktaki insan tüm bunları dert ediyor. 12 Eylül sabahını anımsıyorum çocuk gözümle… Herkes alkış tutar haldeydi. Bir gün önceyi düşünen yoktu. Kurtarıcı aranmış, bulunmuştu işte! Böyle zamanlarda gerekir işte terazi. Güvenlikçi siyasete kaydığınız zaman, sonunun nereye gideceğini kestiremezsiniz. Dünya bu yolda! Şiddet her zaman yeni zenginler yaratır. ‘Savaş zengini’ kavramı buradan gelir. Sadece mal, temel ihtiyaçların yokluğu değildir savaş. Özgürlüğün yoksunluğudur. İlk anda anlaşılmaz ama giderek esas sorunun bu soluksuz ortam olduğu anlaşılır.

IŞİD meczuplar topluluğudur. Her şeyi yapabilir bu kişiler. Trump ve canlı bombalar arasında ne fark var söyler misiniz? Yakın doğu bataklığındaki liderlerle IŞİD canileri arasında ton farkı var sadece. Genç bir kadın tecavüzden kaçıp intihar ediyor, gazetenin biri “Su testisi suyolunda kırılır” diyor, söyler misiniz katliamı yapanlardan ne farkı var bunu yazanın? Tecavüzcü vakfı koruyan bir aile bakanı var bu memlekette. Hangi çocuk güvendedir artık söyler misiniz? IŞİD ideolojik bir vakadır. Tüm dünyayı esir almıştır ve içimizdedir artık.

Böyle puslu havalarda, kimin eli kimin cebinde belli olmaz. Bizi etik ölçülerimiz korur. Az yarayla, olabildiğince akıl sağlığını koruyarak çıkmalıyız süreçten. Bir de ölmemeyi başarmalıyız; nerede, hangi bomba patlayacak belli değil gerçi. Lakin evde oturmanın, korkunun ecele faydası yok.

Güvendiğiniz, sevdiğiniz insanlarla daha çok görüşün. Bu karanlık sadece ve sadece örgütlü toplumla, yüz yüze ilişkilerle aşılır. Güruh sizi esir almasın, faşizm hep kalabalık gelir!