Faşist partiler İngiltere ve Fransa’da en yüksek oyu alırken, Danimarka gibi sosyal devlet cenneti bilinen bir ülkede dahi iddialı bir konuma geldiler. Peki bu gelişmeler nasıl okunmalı?

Faşizm kol geziyor

Avrupa Sol Partisi’nin (ASP) Atina’daki Yürütme Kurulu toplantısında Avrupa’nın kronik sorunları masaya yatırılırken, Kuzey Suriye ve Irak’ta demokrasi, kendi kaderini tayin hakkı ve kadın eşitliği için mücadele eden Kürt halkıyla dayanışma kararı alındı. Metinde IŞİD’in Irak ordusuna ait mühimmatı ele geçirmesi yanında, başlarda ABD tarafından temin edilen silahlarla katliamlarını sürdürdüğü vurgulandı. Türkiye hükümetinin hâlâ IŞİD’i desteklediğine, buna karşın sınırlarını YPG savunma güçlerine kapattığına dikkat çekildi.
Kürtler Kobani direnişi üzerinden dünya kamuoyunun desteğini almayı, İslami terörü teşhir etmeyi başardılar.

Ne var ki Avrupa sosyalistleri dahil, aynı duyarlılık Suriye’deki Aleviler, önemli kısmı Ermeni Hıristiyanlar için gösterilmiyor. Bu kara cüppeli, kara vicdanlı katillerin farklı bölgelerdeki katliamlarına dikkat çekmek ise bizlere düşüyor. Aynı vahşete maruz kalan Lazkiye’deki, Keşap’taki, Halep’teki insanların can, mal ve inanç özgürlüklerinin daha az kıymetli olmadığını belki de tekrar tekrar hatırlatmak gerekiyor.

Türkiye’deki Kürt hareketi Kobani’deki kardeşlerine sahip çıkarak; onların canının, kanının kendileri için her türlü fedakârlığa değecek ölçüde kıymetli olduğunu ispatlayarak çok anlamlı bir hamle yaptı. Çünkü Türkiye solunda dahi Lübnan Hizbullah’ını Suudi Arabistan’dan, Kuveyt’ten, Libya’dan kelle uçurmaya gelen canilerle bir tutan bir zihniyetin etkileri vardı. Halbuki Hizbullah yetmiş yedi düvelden, “Alevileri mezara Hıristiyanları Lübnan’a” yollamak üzere kopup gelmiş çetelere karşı Batı Suriye’deki kardeşlerini, akrabalarını korumak için oradaydı. HDP’lilerin PYD dayanışması ne kadar meşru ise, Hizbullah’ın Nusayriler’e omuz vermesi de o kadar meşru ve soylu bir davranış sayılmalıdır.

Avrupa’da aşırı sağ hortladı
ASP toplantısında 2014’teki Avrupa seçimlerinde aşırı sağın yükselişi sorunu da mercek altına alındı. Bilindiği gibi faşist partiler İngiltere ve Fransa’da en yüksek oyu alırken, Danimarka gibi sosyal devlet cenneti bilinen bir ülkede dahi iddialı bir konuma geldiler.
Rosa Lüksemburg Vakfından Cornelia Hildebrandt’ın kapsamlı sunuşu, Avrupa’nın yönetici elitlerinin hiçbir sorun yokmuş gibi davranamayacaklarını, ekonomik kriz başından beri dayatılan istikrar politikalarının geniş kitleleri düzene nasıl yabancılaştırdığını ortaya koydu. Aşırı sağ bu çatlaktan sızarak, kendini sistem dışı bir oyuncu gibi göstermeyi başarıyor, Brüksel’in neoliberal politikalarına karşı kabaran öfkeyi örgütlüyor. Hildebrandt’a göre, saflar artık piyasaya karşı refah devleti ya da açık topluma karşı otoriter toplum üzerinden belirlenmiyor. Aşırı sağ bir yandan AB içindeki dayanışma ağlarına, öte yandan ulusal olanakların göçmenler, mültecilerle paylaşılmasına karşı milliyetçi duyguları körüklüyor. Özellikle sosyal demokrat partilerin istikrar politikaları girdabında kimliğini inkâr etmesi, aşırı sağın sosyal politikaların savunucusu konumuna yerleşmesinin önünü açıyor.

Samir Amin Monthly Review dergisinin Eylül 2014 sayısındaki, “Faşizmin Dönüşü”  başlıklı makalesinde daha kapsamlı bir değerlendirmeyle, Avrupa’daki faşist hareketlerle İslami faşizm, daha da ileri giderek Hindistan’da iktidara gelen BJP arasındaki ortak zihniyet kalıplarını ortaya seriyor. Amin’e göre, tüm bu hareketlerin ortak paydaları şunlar:

1) Özel mülkiyet başta gelmek üzere kapitalizmin temel ilkelerini sorgulamazlar. Hatta egemen sermaye için şiddetli kriz koşullarında faşizm bazen en elverişli çözüm haline gelir.
2) Geçmişin asr-ı saadetine dönme hayali üzerinden kaderlerini bunu gerçekleştirmesini umdukları üstün lidere teslim ederler. Demokratik süreçler ve teamüller icraatı yavaşlattığı ölçüde demokrasi ayak bağı haline gelir. Çarklar lidere sadakat ve itaat üzerinden işlemeye başlar.

Erdoğan’ın ruh ikizi Budapeşte’de
Yukarıdaki faşizm formatı Erdoğan Türkiye’sine cuk oturduğu gibi, Viktor Orban’ın Macaristan’ıyla da tam anlamıyla örtüşüyor. Zaten Orban, Putin’in yanısıra Recep Tayyip Erdoğan’ı kendi familyasına dahil ederek, marifetmiş gibi “liberal olmayan demokrasi” mensubu olarak zikrediyor. Son Internet’i vergileme kararından çark etmesi benzeri, zaman zaman taktik geri çekilmelerin ardından bildiği yolda hızla mesafe kat ediyor. 2010’da kabul ettirdiği Anayasa’yı ihtiyaçlarına denk düşmediğini fark ettiği anda, defalarca yaptığı gibi tadilattan geçiriyor. Tamamen kontrol altına aldığı medya da, Türk meslektaşları gibi Başkan’ın attığı her adımı meşrulaştırıcı gerekçeler üretmekte gecikmiyor. Ne ilginçtir ki, vergi müfettişler de muhalefet yapmaya teşebbüs eden medya organlarındaki usulsüzlükleri şıp diye saptayarak, en ağır tarifeden cezalarını kesiyor. Bu arada Orban ve avenesi servetine servet katmakta kusur etmiyor.

Orban’ın önünde de, parlamentoda üçte iki çoğunluğu sağlayarak, iktidarını ilelebet sürdürebileceği sağlam bir çıpaya bağlama hedefi duruyor. Önümüzdeki dönemde bizim gibi Macarların da kötü bir kâbustan uyanma fırsatı henüz var. Aksi takdirde onları da, bizi de, “F”  ile başlayan acı bir akıbet bekliyor.