Önce “iyi yıllar” ve bir özür: Geçen haftaki yazımda Baran Tursun niyetine Turan Dursun diye yazmışım

Önce “iyi yıllar” ve bir özür: Geçen haftaki yazımda Baran Tursun niyetine Turan Dursun diye yazmışım.
Demek ki, Baran, daha doğrusu Tursunlar ile Turan Dursun arasında bir özdeşlik oluşmuş kafamda.

Bilmeyen veya hatırlamayanlar vardır: Turan Dursun, eski bir müftü, daha doğrusu İslam filoloğu; pek çok kitabının yanı sıra İbn-i Haldun’un Mukaddimesi’ni çevirmişliği de var. İslam’ın çeşitli yorumlarını inceleyip değerlendirmekle başladığı entelektüel yolculuğunu bizatihi İslam’ı, İslam üzerinden de bir olgu olarak dini sorgulayıp ontolojik koordinatlarını ortaya koymaya kadar sürdürüyor. Yayınevleri ürküp kitaplarını basmıyor; ki, pek de haksız, hiç değilse Konya’da Mehmet Emin’i tutuklayan ‘hakim’den çok daha haksız değiller; zira Turan Dursun ‘İslamî Hareket’çiler tarafından 1990’ın Eylülü’nde Kadıköy Koşuyolu’(n)da –ki, orası benim de büyüyüp yetiştiğim mahalledir- evinin sokağında kurşunlanıp öldürülüyor –ve benim de katıldığım az-mevcutlu bir törenle Ankara Asrî Mezarlığı’na gömülüyor: Faşizm, önce insanların haysiyetine el koyar.

Baran yerine Turan Dursun demiş olmam, tabiî ki büyük hata; ama, hayırlı bir hata. Neden ‘hayırlı bir hata’; onu açıklamaya geçmeden önce Doğan Tılıç’ın bundan birkaç ay önce altını çizdiği çok önemli bir hususu burada (mealen) tekrarlıyayım: Hegemonik paradigma içinde kalarak hegemonya kırılamaz. İşin Türkçesi şu: “IŞİDciler, Ei-Kaide, Taliban veya radikal dinciler çok zalim, yaptıkları İslam’a sığmaz, Müslüman bunu yapmaz/yapmamalı” demekle, aslında İslam, onun üzerinden de ‘din’in kendisi problematik dışı bırakılıp sorgulanmaz ve meşrûluğu mutlak bir veri konumuna getirilirken, aslında ‘dindar’ gençlik yetiştirme peşindeki haddini bilmez faşistlerin değirmenine su taşımaktan başka bir şey yapılmış olmaz; yani “din ve dindarlık zaten ve peşinen iyidir; ah, bir de şu aşırı unsurlar olmasa”. Oysa din, belki de doğrudan doğruya kendi yapısı gereği insanları vahşete iten veya vahşete sığınak/kılıf sağlamaya en elverişli ideoloji türüdür; Turan Dursun’un gündeme getirdiği de budur.

Ancak Turan Dursun’un kendisini konumlandırdığı noktadan bakıldığındadır ki, içinde ‘kazanamadım rakı parası’ sözleri geçiyor diye -ayrıca, Mustafa Kemal’in şahsında odaklaşan cumhuriyet, aydınlanma ve ‘İnsan’ düşmanlığının da takviyesinde- o güzelim ‘Vardar Ovası’nı söyletmeyen ağlak/muğlak ‘artiz’ ile Suriye’de kelle kesen canavar, üç-beş yaşında kızların başını örten latant (uyku hâlindeki, belki de aktif) pedofil ile “on yaşına gelmiş, öyleyse yetişkin sayılır” diye yüz elliye yakın oğlan çocuğunu kurşuna dizen Pakistanlı canilerin aslında aynı kumaştan olduğunu, dolayısıyla bozukluğun ortak kumaştan geldiğini görüp vurgulayabiliriz.

Hep birlikte haykırmalıyız: Arkadaş, sen beni de benim çocuğumu da belli bir dinin belli bir mezhebinin,j belli bir yorumu temelinde insanlıktan çıkartıp cinsiyetinin hücresine hapsedemeyeceğin gibi, yok ahiretmiş, yok cennetmiş, yok cehennemmiş diye vicdan sahibi etik bir özne olmak yerine dayakla kemik arasına sıkışmış taklabaz bir sirk köpeği hâline getiremezsin.

Bu arada şunu da vurgulayalım: Baran’ın yiğit ana-babasının başlattığı şerefli mücadeleye yeterince destek verseydik, ‘sakin-ül garibe-i umran-ı haydutiyye=haydutgil mimarlık garibesinde ikamet eden şahıs’ da (cahil yaratıkların Osmanlıca diye ayrı bir dil olduğunu sandıkları, işte böylesi bir ‘garibe-i lisanî’dir) polis cinayetlerini “talimatı ben verdim, onlar da destan yazdı” diye övüp, “nasıl sabrediyorlar” diye teşvik, en vahimi de katil polise (en) asgarîsinden ceza veren yargıcı bile ‘paralel=vatan haini’ ilân etmekte –belki- biraz daha zorlanırdı.
Baran kardeşimiz de, Turan Dursun usta da güle güle uyusunlar.