Seçimi kazanarak ABD’nin 45. Başkanı olan Donald Trump yaptığı zafer konuşmasında ülkesine ve dünyaya birlik mesajı verdi. Çatışmadan değil, ortak çalışmadan bahsetti. “Bir araya gelip bölünmüşlüğün yaralarını sarmamız gerekiyor. Artık bütün ABD’nin başkanı olacağım” dedi, çünkü seçim kampanyasını cinsiyetçi, ırkçı, ötekileştirici, sert ve kutuplaştırıcı bir dil üzerinden yürütmüştü. Amerikan rüyası vaat edip kazandığı yarışta kendisine destek vermeyenleri hatırlama zamanı gelmişti. Müslümanları terörist, Afrika asıllı Amerikalıları suçlu, Meksikalı göçmenleri tecavüzcü ilan etmiş, kadınlara hakaret eden cinsiyetçi konuşmalar yapmıştı. Bugün önünde bölünmüş bir halk var. Ona hayran olanlar ve ondan nefret edenler.

Yeni yollar, köprüler yapmaktan bahsetse de insanları bir arada tutanın çimento olmadığını biliyor olacak ki, seçim kampanyası boyunca nefesini tükettiği onca nefret söyleminin ardından “bütün ulus olarak hepimizin bir araya gelme zamanı” diye ton düşürüyor. Haksız sayılmaz. Zira sokaklarda, aylardır yaptığı ayrımcı konuşmaların bir sonucu olarak protestolar yükseliyor. Kaliforniya #CalExit etiketiyle sosyal medyada ABD’den ayrılma kampanyası başlattı. Washington DC, Oakland, Orlando, Los Angeles, Boston ve New York’ta insanlar “bizim başkanımız değil” sloganıyla yürüdü. Üniversite ve liseler ayakta. O, ben herkesin başkanı olacağım dese de; herkes, onu başkanı saymayacağını bangır bangır haykırıyor.

Avrupa’daki aşırı sağ partilerin sevincine bakarsak, güç ve istikrar tam da Trump’ın açtığı yoldan yürünerek sağlanabilirmiş. Meksika sınırına duvar örmek, göçmenleri güvencesizleştirmek, suçu inançla-ırkla tarif etmek, kurulan yeni dünyayı ‘müjdeliyormuş’. (Fransa’daki Ulusal Cephe’den Florian Philippot: Onların dünyası dağılıyor, bizimki kuruluyor.) Trump’ın zaferi, göçmen karşıtı Almanya İçin Alternatif’in başkan yardımcısı Beatrix Storch’a göre batının siyasette net bir değişim istediğinin göstergesiymiş. Hollanda’nın, ülkesinde ‘daha az Faslı’ görmek isteyen Özgürlük Partisi Başkanı Geert Wilders’a göre bu zafer, insanların ülkelerini geri aldıklarının göstergesiymiş. Britanya’daki aşırı sağa göre Trump’ın başkanlığı ‘devrim’, Yunanistan’ın Altın Şafak partisi için ise etnik açıdan ‘temiz’ ulus konularında kutlanması gereken büyük bir başarıymış!

Bizden olmayan bitsin, gitsin siyasetinin iki güçlü temsilcisi olan Türkiye ve Rusya’daki gibi henüz Avrupa ve ABD’de gazeteciler-yazarlar, tweet atan yurttaşlar; 6 milyon oy almış muhalefet partisinin genel başkanları, belediye başkanları ve vekilleri tutuklanmıyor olabilir. Trump, onca nefret söyleminin ardından “ulus olarak hepimizin bir araya gelme zamanı” diyerek hapishaneleri muhaliflerle doldurmayacağının güvencesini veriyor olabilir. Irkçı, ayrımcı sözler Avrupa Parlamentosu’nda tepkiyle karşılanıyor olabilir. Ama bütün bunlar işsiz, düşük ücretle güvencesiz koşullarda çalışan orta alt sınıfların, duruma sebep saydıkları göçmenleri sınır dışı edeceğini söyleyen aşırı sağ partilere meylinin yarattığı tehlikeye dair duyulan endişeyi hafifletmeye yetmez.

Kontrol fren mekanizmalarının yürürlükte olduğu bir sistemde, Trump’ın padişahlığını ilan edemeyeceğini bilmek bir nebze olsa rahatlatıcı olsa da, ırkçı, cinsiyetçi ve düşmanlığı körükleyen sözlerinin Amerikan toplumunda alıcı bulması; tıpkı demokrasi, özgürlük, eşitlik gibi değerleri savunan Avrupa’da sınırların kendilerinden olmayana kapanmasını isteyenlerin sayısındaki artış, bütün dünya insanları adına kaygı verici. “Türkler geliyor” korkusuyla AB’den çıkmaya karar veren İngiltere, üzerinde güneş batmayan imparatorluk olabilmek için kaç ülkenin kaynağını sömürüp tükettiğiyle hesaplaşmak ya da ABD, aldığı vergiyi savaşa yatırmak yerine halkına ücretsiz sağlık ve eğitim hizmeti sunmak için yeni sosyal politikalar üretmek yerine, suçu, şahin politikalarıyla yersiz yurtsuz bıraktıkları göçmenlerin omuzlarına yüklemeye çalışıyor.

Aşırı sağın ayrımcılığına sahip çıkan Avrupa ve kapitalizm ikonu Trump’ın dünyaya sunabileceği şey sadece daha fazla savaş. Evet, faşizm yeniden yükseliyor ve evet dün olduğu gibi bugün de sürdürülebilir olmayacak. Önünde sonunda kurtuluşu, sosyal adaletin güçlendirilip barışın tesis edildiği bir dünyada arayacağız.