Necip Fazıl İslamcı faşizmin en önemli ve rafine teorisyeni, bana göre tek ideoloğudur. AKP kadroları, her şeyden önce Necip Fazılcıdır. Onların İslamcılıkları, Necip Fazılcı özellikleri kavranmadan anlaşılamaz.

İslamcı faşizm konusu, gerek teorik gerekse ideolojik ve politik olarak üzerinde fazla çalışılmış bir alan değil. Sol tarafından da üzerinde pek araştırma yapıldığı söylenemez. En fazla, İslamcılığın ve bazı dinsel motiflerin, -faşist hareketler ve iktidarlar tarafından kitle temelini genişletmek amacıyla- ideolojik bir araç olarak kullanılması diye değerlendirildi ve bu yaklaşımın bir uzanımı olarak tanımlandı. Bu ön analiz ve tanımlama yanlış da değildi. Ancak, ideolojik kaynakları, sınıfsal temeli, hangi ekonomik ve toplumsal koşulların ürünü olduğu gibi konular hala araştırılmayı ve üzerine çalışılmayı bekliyor.

Faşizm ve İslamcı faşizm konusunda yazdığım seri yazıların sondan bir önceki bölümünde, konuyu biraz bu çerçevede derinleştirmeye, Türkiye’de İslamcı faşist hareketin ve ideolojin kaynaklarına inmeye çalışacağım. Özel olarak, şair, yazar ve İslamcı ideolog Necip Fazıl Kısakürek üzerinde duracağım. Çünkü Necip Fazıl İslamcı faşizmin en önemli ve rafine teorisyeni, bana göre tek ideoloğudur. Bugün ülkeyi yönetenler, hiç kuşkusuz siyasal İslamcıdır. Ancak AKP yönetici kadroları, -buna Abdullah Gül ve Hulusi Akar’ı da dahil edebiliriz- her şeyden önce Necip Fazılcıdır. Onların İslamcılıkları, Necip Fazılcı özellikleri kavranmadan anlaşılamaz. Ancak önce, İslamcı faşizmin tarihsel kaynakları ve sınıfsal özellikleri üzerinde kısaca –şimdilik- durmakta yarar var.

***

İslamcılık esas olarak, aydınlanma ve modernleşme süreçlerinin dışında kalamayan Müslüman toplumlarda, bir önceki dönemin egemen güçleri ve sınıflarının ideolojisi olarak ortaya çıkıyor. Bu özelliğinin yanı sıra, kendi ortaçağını aşamayan İslam dünyasının, Batı’nın sömürgesi, hatta kölesi haline gelmesiyle, yoksul Müslüman kitlelerin Batı ve sömürgecilik ile özdeşleştirdikleri modernleşme, aydınlanma ve akılcılığa karşı bir tepki hareketi, reaksiyoner bir ideoloji olarak da şekilleniyor. Bu özellikleriyle siyasal, ekonomik ve toplumsal merkezin kenarında kalan, ve fakat iktidardan ve servetten daha çok pay talep eden, ticaretten gelme taşra burjuvazisinin de ideolojisi olarak işlev görüyor.

İslamcılık, -özellikle modern dönem ideolojisizi olarak- bu özellikleriyle, Müslüman kapitalist ülkelerde geleneksel egemen sınıfların dönüşümüyle oluşmuş yeni sermaye kesimlerinin iktidar aracı olarak öne çıkıyor. Yeni gelişen, dinamik ve saldırgan bir karaktere sahip olan bu sermaye kesimlerini, klasik anlamda “burjuva” diye tanımlamak zor olsa da, genel olarak bu sınıfın bir parçası olarak kabul etmek gerekiyor. Bütünüyle akılcılıktan ve bilimden kopamayacaklarının, laikliği tamamıyla yok edemeyeceklerinin –daha doğrusu yok etmemeleri gerektiğinin- farkında olan bu kesimlerin melez (hibrit) bir rejim arayışının da ideolojisidir.

Belli tarihsel dönemlerde, özellikle ulusal kriz evrelerinde, yani siyasal istikrarsızlık, ekonomik çöküş, toplumsal huzursuzluk gibi koşullarda, bu sınıfların bütün ulusun çıkarlarını temsil etme iddiaları yükselir. Geleneksel iktidar blokunu ve büyük sermaye çevrelerini de bir uzlaşma ve ortaklığa zorlayabilirler. Bu uzlaşmaya karşılık vaat edecekleri şey ise, onların bütün kirli işlerini görmek, toplumsal huzursuzluğu din ile bastırmak, en azından pasifize etmektir. Benzer gerekçelerle emperyalist güç merkezlerinin de güvenini kazanmaya, onların da kirli işlerini yapmaya çalışırlar. İç ve dış dinamiklerin çok özel koşullarda bir biriyle örtüşmesi, böyle hareketleri iktidara taşıyabilir. Nitekim, AKP’nin iktidara taşınmasının nedeni böyle özel iç ve dış toplu durumdur.

***

İslamcı hareket bir kez iktidara geldi mi onu bir daha bırakmak istemeyecektir. Bunun hem teolojik hem de siyasal nedenleri vardır. Teolojik bakımdan “kutlu dava” zafere ulaşmıştır ve Allah’ın kelamını hakim kıldıktan sonra iktidar konumu terk etmek doğru değildir. Siyasal bakımdan ise iktidarın bırakılması kazanılan bütün mevzilerin, ekonomik güç olanaklarının yitirilmesi emektir. Geri dönüş eşiğinin aşılmasına kadar iktidar sürdürülmelidir. Kapitalizmle kolayca uzlaşılır. İslam, farklı ve daha halkçı yorumları bulunsa da, bir “ticaret dini” olarak, son çözümlemede özel mülkiyet düzeni ve kapitalist pazar ekonomisi ile çelişecek teolojik temele ve kültürel dokuya sahip değildir. Öyle ki, “rızkın onda dokuzu kardır” diyen bir anlayış hayli yaygındır.

İslamcılık üzerinden iktidara tırmanan muhafazakar-dinci sermaye kesimleri, bu konumlarını, dahası vahşi kapitalist sömürü düzenini korumak için kaçınılmaz olarak totaliter bir rejim kurmaya yönelik. İslamcılık ya da dincilik kendilerine bu konuda yeterince, hatta haddinden fazla ideolojik, siyasal ve kültürel olarak sunar. İtiraz edilemez, eleştirilemez, sorgulanamaz bir kutsal din anlayışına ve ideolojik çizgiye ve mutlak itaate dayalı bir hareket olarak İslamcılık, kolayca totaliter bir rejime savrulabilir. İslam adına kutsal bir diktatörlük kurmak, geniş bir toplumsal rızaya dayalı olarak gerçekleştirilebilir.

Bu rejimin, diğer totaliter yönetimlerden ve diktatörlüklerden en önemli farkı işte sahip oldukları bu toplumsal taban ve destektir. Başta bir mutlak otoriteye sahip lider /emir/halife (ümmetin lideri ya da reisi), ideoloji (İslamcılık), örgüt (parti) ve hareket (toplumsal taban) vardır. Klasik faşist hareketlere çok benzeyen bu üçleme ya da dörtleme İslamcı iktidarların ve rejimlerin temel dayanaklarını ya da ayaklarını oluşturur. İktidar süresinde hızlı bir servet transferi gerçekleştirilir.

Servete ulaşan islamcı siyaset sınıfı ve sermayenin muhafazakar fraksiyonu, klasik sermaye kesimlerini de kendilerine boyun eğmeye zorlar. Bunun için siyasal zor aygıtlarını kullanır. Laik ve demokratik kurumları imha eder. Çünkü bu kurumların varlıklarını koruması halinde iktidar sürekliliğini sağlaması imkansızdır. Bu siyasal ve ideolojik tablo /düzen İslamcı faşizm ya da İslamo-faşizm olarak tanımlanabilir. Yukarıda ortaya attığım gerekçelerle, böyle tanımlanmasının doğru olacağını düşünüyorum.