Faşizm dönemlerinde siyasetin kutsallaştırılması, siyasetin din haline gelmesine yol açar

Faşizm ve siyasetin kutsallaştırılması

KANSU YILDIRIM / @KansuYildirim

Siyasal İslam’ın devlet ideolojisi haline geldiği, toplumsal yaşamdaki tüm kodların din içerisinden tanımlandığı bir dönemde, ilginç bir şekilde, İslam’ın en karikatürize haline de tanıklık ediyoruz. Normal şartlar altında, din gibi “kapsayıcı ve varoluşsal” kümedeki ideoloji tipleri, normolojik özelliktedir. Kendi normları aracılığıyla konuşurken, gündelik yaşamın tüm alanlarına nüfuz etmişken, bir o kadar da kendisini soyutlamayı başarır. Kutsiyet örtüsü altında, dokunulamaz bir hale örer. Ne var ki, Türkiye’de siyasal İslam için artık bu geçerli değildir.

Dine ve dini figürlere ait olan hemen her öğe, kurumlara veya yapılara aktarılabilecek, başka kişilerle özdeşlikler sağlanabilecek kadar bayağılaştırılmıştır. Kur’an şekilli pastayı kesip yemek, ayakaltında olan bir yere Kâbe maketi dikerek tavaf etmek, Allah’ın Arapça yazılış şeklinden “esinlenerek” çok katlı rezidanslar inşa etmek gibi bir dizi bayağılaşma örneklerinden bahsedebiliriz. Aslında “bayağılaşma” olarak adlandırdığımız süreç, dinin gündelik yaşamdaki metalaşma ve istismar pratiklerinin yansımasıdır. Her nesnenin, Manifesto’daki cümlelerle, “üzerindeki kutsallık örtüsünün çekip atıldığı” bir aşamada, din de piyasa ilişkilerine tahvil edilebilir formdadır.

Allah yazısı şeklinde bir rezidans mimarisinin mümkün olup olmamasından ziyade, dinsel içerikli metaların tüketici kitlesinin oluştuğu bir sorunsal karşımızda durmaktadır. Söz konusu kitle sadece ekonomi değil, siyaset alanında da önemli bir ölçeğe sahiptir. Bunun farkında olanlar ise buna uygun bir lider tipinin inşasına öncelik vermişlerdir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimleri zamanında düzenlediği Tekirdağ ve İstanbul mitinglerinde bayılan kadınları dokunarak veya seslenerek ayıltması yahut intihar etmek üzere olan bir erkeği aracından inmeden intihardan vazgeçirmesi, siyasal mizansenlerin ötesindedir. “Etken” ve “edilgen” bir hiyerarşinin ve buna uygun kamuoyu görüşünün oluşturulduğu olaylarda, Erdoğan’ın “hikmeti”ne yönelik bir referans tanımlanmaktadır. Dinler tarihinde peygamberlerle veya “ermiş”lerle anılacak vasıflar, bu sefer bir “devlet adamı”nın bedeninde, modern zamanlarda cisimleşmektedir.

Nicos Poulantzas faşizm üzerine tahlillerinde yönetici profilini detaylandırırken, faşizme özgü bir asimetriyi vurgular: Verici-şef ve alıcı-kitleler. Ululuk, mutlaklık, kuşatıcılık gibi nispeten soyut sıfatların yanına iliştirilmiş, daha somut vasıflar bu asimetridedir. Ayıltma veya intihardan vazgeçirme gibi sorun çözücülük niteliği de eklenmektedir. Başka birisinin biyolojik veya akli iradesi üzerinde egemenliğin tesis edildiği, edilebileceği resmedilmektedir. Pek çoğumuz için mantık-dışı gelen olaylar örgüsünün “tüketici” ve “türeticisi” ise sayıca az değildir. Sosyal medya ortamlarında Erdoğan’ı “yüzyılın lideri”, “son padişah”, “başkomutan” gibi dünyevi unvanların dışında “peygamber” olarak adlandıranlar Erdoğan’ın zevcesi olmak istediklerini açıkça yazabilmektedir.

Verici-şef’in kitlelere sunduğu özünde bir seslenme pratiğidir. Devlet iktidarının resmi ideolojisinin resmi sözcüsü “şef”tir ve konuşmalarında ve hareketlerinde konumu ortaya koyar. Siyasal İslam’ın normlarının biçimlendirdiği ortamdaki bayağılaşma ister istemez verici-şef’e de bulaşmaktadır. Namaz saatlerinin lidere göre ayarlandığı veya liderliğin siyasal çıkarlarına uygun fetvaların okutulduğu dini örnekler, bir bakıma dinin yeni kazandığı formla ilişkilidir.

Faşizm dönemlerinde siyasetin kutsallaştırılması, siyasetin din haline gelmesine yol açar. Emilio Gentile’nin yürüttüğü tartışmaya göre düşünürsek, siyasetin kutsallaştırılması, “hem kültür hem de devletin sekülerleşerek geleneksel dinden koptuğu ve siyasetin hakiki bir dinsel boyut kazandığı” modern zamanlara özgü olgudur. Çok basitçe ifade edersek, dünyevi bir nesne veya kişi, “tanrılaştırılarak”, gerek kamu idaresinde gerekse gündelik yaşamda en tepeye yerleştirilir. Din ideolojisiyle son derece ilişkili ama bir o kadar da gerilimli olan siyasetin kutsallaştırılması, sıklıkla bir beden arar. “Yeniden doğuş”, “diriliş”, “diriltme” gibi enkazı temizleme ve siyasal kuruluşu gerçekleştirme gibi motifler, dinsel söylemler ve sembollerle aktarılır: İkinci Risorgimento (İtalyan birliğini diriltme) misali 2023-2071 Türkiye’si… Böylece siyasal çıkarlar için dini işlevselleştirme biçimleri, “kutsiyet örtüsü” altında yeni istismar pratiklerini üretir.

Siyaset kutsallaştırıldıkça verici-şef’in kutsallığı da sorgulanamaz hale getirilmelidir çünkü siyasal ortamın tutarlılığı en uygun haliyle gösterilmelidir. Dinin soyutluğu bir liderin çıkarlarında ve bedeninde somutlaşırken, bu tutarlılığa ihtiyaç vardır. Faşizmin kitle motivasyonları bakımdan, dinin rejime hizmet etmesi için dinin rejime endekslenmesi gereklidir. Bilinçlerde yaratılacak tahribattan öte, rejimin kendisine referans vereceği “ilke” için siyasetin kutsallaştırılması kaçınılmazdır. Verici-şef burada üzerine düşeni gerçekleştirmektedir; varlık koşullarının devamı için dokunulamaz şeyleri ya kırmakta, ya da kıramadıklarını eğip bükmektedir.

Tarihsel ölçekte faşizmin dini içeriği, “siyasetin kutsallaştırılması” denilen hadiseye göre, dünyevi çıkarlara uyumlu hale getirilerek gerçekleştirilmiştir. Siyasal İslam denilen proje de, her ne kadar “demokrasi” ile tanımlasa da Führer demokrasisini andırırcasına, rejimin çelişkilerini soğurmaya ve çıkarlarını gerçekleştirmeye hizmet eder. Gericileşmenin ve istismarın farklı örneklerinin sergilendiği ve çelişkilerin yoğunlaştığı böyle bir ortamda rejimin tezlerine karşı anti-tezlere ihtiyaç vardır. Siyaset kutsallaştırıldıkça, siyasetin ve öznelerinin üzerindeki “kutsallık örtüsü” çekip atılmalıdır.