Faşizme karşı estetik direniş

ÇİLER YEŞİL

Eylem Şen’in Anti-Faşizmin Estetiği–1945 Sonrası İtalyan Sinemasında Faşizm Eleştirisi adlı kitabı Notabene yayınlarından çıktı. Kitapta İtalya’da faşizme karşı estetik bir direnişin ne zaman, nasıl ortaya çıktığı anlatılıyor. Eylem Şen sorularımızı yanıtladı.

Sinemanın faşizme karşı özgürlükçü bir estetik yönü var mıdır ve neden İtalya?

Sinema tarihi, içinde farklı estetik akımları barındıran bir geçmişe sahiptir. Eğer sinema ile kastınız Hollywood Sineması ise mesela özgürlükçü bir estetikten söz etmek çok mümkün değil. Fakat Amerikan Sinemasında da, Dünya Sinemasında da özgürlükçü estetik arayışlar tarih boyunca olmuş, hala var. Köklerini Grifitth’in film biçiminden alan Hollywood ise, faşist film estetiğinin de beslendiği izleyiciyi teslim alan bir dramatik yapıya dayanıyor. Dolayısıyla sinemada özgürlükçü arayışlar hem ideolojik–politik olarak özgürlük fikrinden ve mücadelesinden beslenen hem de Hollywood ile hegemonyasını kurmuş olan Klasik Anlatı Sinemasının film biçiminden kopuş yaşayabilen bir yol izlemiştir–izlemesi gerekir.

İtalyan sinemasını seçmemin birden fazla nedeni var. İtalya faşist ideolojinin doğdu ve aynı zamanda anti-faşist mücadelenin faşizmin yenilgisinde çok önemli bir rolü olan bir ülke. Bu mücadelelerin sinemaya yansıması ise henüz mücadele sürerken oluyor. Geçmişin otoritesine meydan okuyacak bir estetik politikanın ortaya çıkması için geçmişin sinemasına meydan okuyan filmlerin izini sürmek gerekir. Henüz II. Dünya Savası sürerken, sokaklarda faşizme karsı direniş̧ devam ederken Rossellini, Roma Açık Şehir (Roma, città aperta, 1945) filmi ile İtalya’da faşizme karşı bayrak açmış̧ ve İtalyan sinemasında yeni gerçekçilik döneminin başlamasını sağlayarak tüm dünya sinemasını etkileyen bir çıkış̧ yapmıştır.

Gerçek ve film arasındaki ilişkiye dair bize ne söylemek istersin?

Yasadığımız cağ̆, burjuva-kapitalist düzenin fantezileri ile yasayan insanların çağıdır. Bu nedenle, onlarla özgürlükçü bir iletişim kuracak olan film, öncelikle bu fantezilerin hegemonyasının zihinleri ele geçirmiş olduğunu hatırda tutmalıdır. Film nihayetinde bir imgesel tasarımdır ve söz konusu olan imgeler olması nedeniyle fanteziyi ortadan kaldırmak mümkün de, gerekli de değildir. Film, ancak, imgesel tasarım olduğunu izleyiciden saklamadan onu uyaran, rahatsız eden bir biçimde gerçeklikle yüzleşmesini sağlayabildiği ölçüde özneyi kendi gerçekliği ile buluşturmayı başarabilir.

Yine buna bağlı olarak “hakikat somuttur” dan nerelere götürmek istiyorsun bizleri?

Brecht’in çalışma odasının tavanını destekleyen bir kirişin üzerine yağlıboyayla ‘Hakikat Somuttur’ yazıyormuş. Fredric Jameson “Biçim, içsel olarak ve doğasında bir ideolojidir” der. Buradan yola çıkarak tavanı destekleyen bir kirişin üzerine yazmış olmasının mutlaka bir anlamı olduğunu düşünmüştüm. Kiriş, tavanın çökmemesini sağlayan somut bir araç olarak sözün ispatı gibiydi. Buradan yola çıkarak şu iki şeyi söylemek gerekir diye düşünüyorum. Hakikat hayattaki mücadelenin kendisidir, tıpkı fırından çıkan bir ekmeğin ekmek fikrinin yerini alamayacağı gibi bir film de gerçek hayatın yerini alamaz. Alıyormuş gibi davrandığı andan itibaren hakikati maniple eden bir rol oynar. Filmin gerçeğin taklidi olduğunu film içinde söylemek, somut bir hakikati izleyiciye hatırlatarak onu uyarmak anlamına gelir. Örneğin Godard filmlerinde bunu yapar. Tıpkı Brecht’in oyunlarında izleyiciyi konforlu koltuğunda rahatsız etmeye dönük eylemler gerçekleştirilmesi gibi, Godard da hakikat ile yansıması üzerinden şaşırtan bir ilişki kurmayı başarır.

İtalya’da bu filmler toplumu bir yerlere götürdü mü, zihinlerde faşizmle yüzleşmede etkileri neler?

Kitapta incelediğim dört filmin yapıldığı dönem, İtalya’da devrimci mücadelenin yükseldiği ve faşist saldırıların yeniden baş gösterdiği bir döneme tekabül eder. Bence bu filmleri yapanlar toplumu bir yere götürmekten ziyade yaşadığı döneme dair tutum almak, görüş oluşturmak için geçmişi tartışan bir yol izlemişler. Faşizmin topluma nüfuz etme biçimleri, anti-faşist mücadelelerin hataları vb. birçok konu aslında yaşadıkları dönemdeki sorunlara dair geçmişten görüntüler taşımaya dönük bir çabayı ifade ediyor. Bu filmler, faşizmle yüzleşme ve faşizme karşı mücadelelerin hatalarının güncel bir bakış açısıyla ele alınması açısından çok kıymetli dersler içeriyor ve mutlaka izlenmeli. Sadece İtalya için değil, yaşadığımız ülke ve dünyanın başka yerlerindeki faşizm tehdidi karşısında bir bakış açısı geliştirmek için de izlenmeliler.

Bizim de toplum olarak böyle yüzleşmelere ihtiyacımız olduğunu düşünüyor musun?

Elbette, yaşadığımız toplumun geçmişle yüzleşmeye, bugün yaşadıklarını anlamaya ve geleceğini buralardan çıkardığı derslerle kurmaya fazlasıyla ihtiyacı var. Fakat gerçeklikten kaçış adeta zımni bir anlaşma ile haline gelmiş ve ortada ‘saklamaya’ dönük bir toplumsal sözleşme varmış gibi hareket ediliyor. Herkesin bildiği bir sırrı kimsenin yüz yüze söylememesi gibi bir tablo var ortada. Toplumun her kesimi gerçeğin bir kısmının ört-bas edilmesine göz yumarak kendi hedefleri doğrultusunda ilerlemeyi amaçlıyor. Bunu anlatan, görünür kılan filmler yapmak bile başlı başına toplumsal yüzleşmenin önünü açmak için kıymetli olacaktır.

Film hayallerin?

Hayalini kurduğum çok sayıda film, belgesel projem var. Bunlardan biri de Öykü Arin’in mücadelesi ve kök hücre bağışı için ulusal ve uluslararası çapta yaptığımız kampanya ile ilgili. Çocukluk ve ergenlik döneminde tanık olduğum ülke geçmişi ile ilgili bir iki proje üzerine de zaman zaman çalışıyorum/ hayal kuruyorum.