Sol, halkın “gerçeği” haline gelen meseleler karşısında siyaseten doğrucu bir şüphecilikle konuşmaktansa bunların arkalarındaki kapitalizm kaynaklı yapısallığı ortaya sererek, ve kendi özgür ve eşit toplum idealini bu gerçeklerle buluşturarak sağ faşist yükselişin karşısına çıkabilir

Faşizmin ham gerçekleri, ideoloji ve sol

CENK SARAÇOĞLU
Yrd. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi

Geçtiğimiz ay içerisinde BBC’nin Hard Talk isimli programı Avrupa’daki neo-faşist sağ popülizmin bugün birer “fenomen” haline dönüşmüş iki önemli liderini art arda konuk etti: Önümüzdeki yıl Fransa’da yapılacak başkanlık seçimlerinde şansının hiç de az olmadığı iddia edilen Ulusal Cephe’nin lideri Marine Le Pen ve Brexit kampanyasının referandumda başarıya ulaşmasında çok kilit bir rol oynayan eski UKIP lideri Nigel Farage. İkisine de ABD’de başkan adayı olan, benzer kafa yapısına sahip Donal Trump’ın yükselişiyle kendilerinin artan siyasal etkisi arasında bir bağ olup olmadığına dair sorular soruldu; bunu yadsımadılar. Her ne kadar hem UKIP hem de Ulusal Cephe, Trump’a göre çok daha köklü bir geleneğe sahip olsa da ikisi de küresel bir sağ dalganın yelkenlerini şişirdiğini kabul eder tonda konuşuyorlardı. Ve haklıydılar: Trump, Le Pen ve Nigel Farage gibi figürler dünyanın içerisinden geçtiği bu karanlık dönemin birer semptomu.

Pek çok açıdan, ve metropol kapitalist ülkelerin sağcıları olmalarının verdiği özgüvenle özellikle de finans tekelleri, uluslararası örgütler ve göçmenler gibi konularda neredeyse ağız birliği etmişçesine konuşan bu üçünün yanına AKP’li bir temsilciyi ya da Tayyip Erdoğan’ı koysanız özellikle İslami köktendincilik konusunda belki hepsiyle kavga eder. Öte yandan bugün OHAL kararnameleriyle yönetilen, Ortadoğu siyasetinde sürekli savrulan ve gerçek bir idari kaosun içerisindeki bu ülkede süregelen AKP hükümranlığı da bir açıdan bakıldığında dünya ölçeğindeki bugünkü karabasanın sadece bir görünümü. Bu tip liderler ve partileri, ancak kapitalizmin küresel ölçekte iktisadi krizinden, emperyalizmin ideolojik ve siyasal yönsüzlüğünden kaynaklı bir boşlukta varlıklarını sürdürebilirlerdi; hepsi de ancak anaakım burjuva siyasetinin iki kanadı olan liberalizmin ve sosyal demokrasinin artık kapitalizmin yapısal krizleri karşısında dermansız ve halk nezdinde karşılıksız kaldığı bir dönemde bu ölçüde, tüm grotesk halleriyle sivrilebilirlerdi.

Boşluğa “ideoloji” ile yerleşmek

Merkez burjuva siyasetinin gerilemesine yönelik bu tespit, faşizan- sağ popülist siyasal öznelerin yükselişi ve artan etkisi için müsait zeminin nasıl oluştuğunu açıklamaya yetebilir; ama boşluğa neden özellikle bu nitelikteki aktörlerin yerleşebildiğini tam anlamıyla açıklamaz. Bu aynı zamanda faşizan aktörlerin “ne yaparak” ve hangi yöntemleri izleyerek böylesine iddialı konuma gelebildiklerine dair bir çözümlemeyi zorunlu kılar. Şüphesiz bu çözümleme pek çok dinamiği aynı anda gözeten çok boyutlu bir biçimde yapılmalıdır ve üstelik ülkeler arasındaki farklılıkları hesaba katmalıdır (AKP’nin süregelen iktidarı her ne kadar aynı küresel krizin bir semptomu olsa da bu açıdan şüphesiz farklı bir değerlendirmeyi hak etmektedir). Bu yazıda böyle bir anlama çabasının nasıl yürütülebileceğine dair özellikle yazının başında bahsettiğim BBC mülakatlarına da göndermede bulunarak Farage ve Le Pen üzerinden birkaç önermede bulunmayı amaçlıyorum.

Öncelikle gerek Le Pen gerekse de Farage kendi ülkelerinde hiçbir zaman iktidarda olamadıklarından kitleler üzerindeki etkileri; devlet kaynaklarının kullanımı, yönetsel performans gibi siyasaya dair meselelerden çok topluma seslenme biçimleri, geniş anlamıyla ideolojiyle ilgilidir. Bu bakımdan bunların nasıl olup da söz konusu boşluğa yerleştiklerini anlamak için özellikle topluma “ne dediklerine” odaklanmak yerinde olur. Öte yandan burada “ideoloji” kavramının da (hatalı bir bakışla) çağrıştırabileceği şekilde sağ popülizmin salt yalanlar atarak, olmadık korkular üreterek, abartıya, demagoji ve retoriğe abanarak yanlış bilinçle donatılmış cahil kitleleri peşinden sürüklediklediğini varsayma yanılgısına düşmemek gerekir. Retorik, demagoji, abartı, yalan ve korku, şüphesiz faşizan siyasetin olmazsa olmazlarıdır; ve Farage ve Le Pen’de de mevcuttur. Öte yandan bunlar bugünkü sağ popülizmin gücünün kaynağını aldığı esas yer değil gücünü perçinleyen ikincil/destekleyici öğelerdir.

Gerçekle aldatmak

fasizmin-ham-gercekleri-ideoloji-ve-sol-199774-1.

Bugün Avrupa’daki faşizan sağ siyaset gücünü “yalandan” değil tersine sürekli vurguladığı ham gerçeklerden ve - biraz provokatif olacağının farkındayım- “doğrulardan” almaktadır. Popülist sağın “ideolojik” gücü, “ham gerçekleri”, bu gerçeklerin arkasındaki esas dinamikleri mistifiye edecek şekilde kendi faşizan projesine uyumlu bir şekilde yontmasından gelmektedir. Bu bazı gerçekleri vurgulayıp bazılarını yok sayarak, iki olgusal “gerçek” arasında sahte bağlantılar kurarak, bir gerçeği bir yalanla bütünleştirerek ya da olgular arasında belirli bir siyasal hedefe uygun şekilde keyfi bir hiyerarşi oluşturarak (bir olgusal gerçekliği diğerlerinin kaynağı gibi sunarak ya da birini esas diğerini tali ilan ederek) başarılabilir.

Ne demek istediğimi, yazının başında bahsettiğim Farage ve Le Pen’in katıldığı BBC mülakatlarındaki sözlerinden örnekler vererek açıklamaya çalışayım: “Serbest ticaret anlaşmaları uluslararası tekellerin işine yarıyor, emeğin serbest dolaşımını ise hiçbir şekilde içermiyor”; “AB uluslararası tekellerin çıkarına işliyor”; “AB projesi iflas etmiştir”; “İslami köktendincilik tehlikeli bir şekilde büyüyor”, “Göçmen ve mülteci akını işsizliği tetikleyip, uzun vadede ücretleri düşürebilir” vs.. Farage ve Le Pen’in mülakatlarında sıklıkla vurguladıkları bu tespitler, onların halka yönelik propaganda çalışmalarının merkezinde yer alan - tek başlarına düşünüldüklerinde- ham gerçeklerdir. AB projesi gerçekten iflas etmiş, finans tekelleri halkın iradesini gerçekten de gasp etmiş, İslami fundamentalizm gerçekten de hiç olmadığı kadar büyümüş ve göçmen/mülteci akını demografik dengeleri sarsacak derecede ciddi bir sorun olma yolunda ilerlemektedir. Lakin bu ham gerçekler faşizan bir sağ mobilizasyonu besleyen ideolojik etkiye ancak belirli bir şekilde “işlendiğinde” , eğilip büküldüğünde sahip olabilir. Örneğin “İslami köktendinciliğin yükselişi” gerçeği ile “bugün dünyanın olağanüstü bir göçmen ve mülteci sorunu” ile karşı karşıya olduğu gerçeği birisi diğerinin nedeni olarak “işlendiğinde” ikisinin de arkasındaki Fransa ve İngiltere’nin açık sorumlusu olduğu işgaller ve savaşlar mistifiye edilir; ve İslami köktencilik gerçeği karşısında “toplum” göçmen ve mültecilere karşı düşmanlığa çağrılır. “AB projesi iflas etmiştir” gibi bir gerçek, bu iflasın aynı zamanda kapitalizmin iflası ile koşut ilerlediği hakikatinden koparılarak sorumluluğun Yunanistan, Portekiz gibi ülkelerin “savurganlığına” yüklenmesiyle emperyal bir böbürlenme ve milliyetçi meydan okumanın malzemesi haline getirilir.

Sol ve ham gerçekler

“Gerçeklerin” faşist sağ siyaset elinde bu kadar kolay eğilip bükülebilmesinin arkasında Farage, Le Pen gibi siyasetçilerin üstün siyasi dehası ya da bunların sermaye destekli gelişmiş propaganda araçlarına sahip olması değil bunlar karşısında merkez burjuva siyasetinin gerçek anlamıyla çaresiz kalması ve inkarcılığa sığınması, sol ve devrimci güçlerin ise bu gerçekleri net bir şekilde sahiplenme konusunda ürkek/tereddütlü kalması yatmaktadır. Yani apaçık kimi gerçeklerin faşist sağa her türlü manipülasyon açık şekilde terk edilmesi Avrupa’daki popülist sağın kendisini kurduğu ve gücünü devşirdiği asıl zemindir.

Önümüzdeki dönemde, 2008’den beri devam eden ekonomik durgunluğa yönelik kalıcı bir çözümün ortaya konamayacağı, emperyalizmin ise özellikle Ortadoğu’daki tıkanıklığı aşmada bir mesafe kat edemeyeceği düşünüldüğünde, merkez burjuva siyasetinin liberal veya sosyal demokrat temsilcilerinin bu “gerçekler” karşısında çaresizliğinin devam edeceği, ve bu siyasi aktörlerin ya güçlenen sağ popülizmi kopyalayarak ayakta kalmaya çalışıcakları ya da gittikçe tükenecekleri düşünülebilir. Merkezdeki burjuva siyasetinin nihilizmi karşısında, insanların gündelik hayatlarında apaçık sezdiği “gerçekleri” sözde muhalif ve hatta düzen karşıtı bir vurguyla işleyen faşist sağ popülizm güçlenmeye devam edecek, belki de merkezin kendisi haline gelecek.

Peki aynı süreç, aynı gerçekler, bu faşist yükselişi engelleyebilecek belki de yegane güç olan sola neden alan açmıyor? Avrupa solu için konuşursak sanırım bu faşizmin eğip büküp, üstünde tepindiği acı gerçekler karşısında sosyalistlerin net olamaması, bu gerçeklerin “gerçekliği” konusunda halen siyaseten doğrucu rezervler koymasından kaynaklanıyor. AB projesinin gerçekten de iflas ettiği bir durumda, halen “hümanizm, sosyal devlet ve evrensel değerler” adına ondan bir şeyler bekleyen, dinsel gericilik, bütün dünyayı kuşatırken İslami köktenciliğin “kültüralist” bir yanılgı olduğu saplantısına kapılan ve göçmen ve mülteci akını gibi ciddi bir meseleyi politik değil salt vicdani bir mesele olarak kodlayan, yani ham gerçekleri olduğu gibi kabul etmekte zorlanan bir sol siyasetin, sahipsiz kalmış bu gerçekleri dilediği gibi eğip büken faşizme taban kaybetmesi kaçınılmaz hale geliyor.

Sol, halkın “gerçeği” haline gelen meseleler karşısında siyaseten doğrucu bir şüphecilikle konuşmaktansa bunların arkalarındaki kapitalizm kaynaklı yapısallığı ortaya sererek ve kendi özgür ve eşit toplum idealini bu gerçeklerle buluşturarak sağ faşist yükselişin karşısına çıkabilir. Örneğin Marine Le Pen gibiler Müslümanların Paris sokaklarında bir güç gösterisi şeklinde toplu namaz kılmalarını fundamentalizmin bir göstergesi olarak sunduğunda, bu ham gerçeği çarçabuk reddeden ve aksine çokkültürcülüğün bir örneği olarak savunan bir sol, sağ popülizme zemin ve kitle kaybetmeye devam eder. Bunun yerine, Le Pen’in laikliğin bile kaynağını paradoksal bir şekilde Hıristiyanlığın üstün “özünde” arayan yaklaşımının bizatihi kendisinin dinsel gericiliğin bir başka yüzü olduğunu gösteren ve her türlü dinsel fundamentalizm karşısına alan bir sol bahsettiğimiz ham gerçekliği kendi çıkış stratejisinin bir parçası haline getirebilir. Anaakım burjuva siyasetinin can çekiştiği bu dönemde bunu başarmak, sadece faşizmi geriletmenin değil içinde yaşadığımız karanlıktan topyekûn çıkışın da anahtarı gibi gözüküyor.