“Andrei bir havluyla hızla kurulanıp banyo duvarındaki aynaya baktı. Ama, ah! Elli yaşlarında çıplak, zayıf bir adam, aç gözleri ve keskin burunlu yüzüyle ona bakıyordu. Siyah noktalar ve burnunun altında kare şeklinde bir bıyıkla, Führer’in şeytani bir kopyası. Andrey ‘Aynaya yapılmış bir portre’ diye düşünerek elini salladı. Aynadaki adam hareketi anında tekrarladı. Andrei Ivanovich Rodionov mekanik bir hareketle gözlerini ovuşturdu ama Hitler bir yere gitmedi, doğrudan ona bakıyordu. Rodionov öfkeyle haykırdı, çıldırmış gibiydi. Şimdi tek istediği aynayı kırmak, içeride oturan çıplak yaratığı yok etmekti.”

2012’de yayımlanan Yoldaş Führer (Товарищ фюрер) adlı acayip romanın bir bölümünde, Rus asker Andrei Ivanovich Rodionov’un Ekim 1993’ten Mayıs 1940’a, kendi bedeninden Hitler’in bedenine geçişi böyle betimleniyor. Başta kısa süreli bir şok yaşayan Rodionov, bu ‘Hitler olma fırsatı’nı değerlendirip… Hayır, ne yazık ki 3. Reich’ı yıkmak için uğraşmıyor. Komutanlarını da ikna ederek, Sovyetler Birliği’yle ittifak halinde İngiltere’ye saldırıyor, bildiğimiz tarihi değiştiriyor. Bu arada Stalin’den nefret ederek büyümüş Rodionov, aslında Stalin’in ne kadar büyük ve iyi bir lider olduğunu anlıyor. Bir bölümde, Stalin’in karşısında korkuyla dikilirken şunu düşünüyor: “Gerçek, en basit ifadeyle Andrei’i hayrete düşürdü. Bu bir kısır döngüydü; eğer ‘30larda uygulanan terör politikaları olmasa ‘45’te zafer kazanılamazdı. Ve büyük olasılıkla Naziler, yenilmiş halkları komünist ideallerden uzaklaştırıp aptal köle sürülerine dönüştürürdü.”

Sadece bu kitapla kalsa belki tartışmaya değmeyebilirdi. Ama Yoldaş Führer’de İngiltere’yi yenip Churchill’in Kanada’ya kaçmasını sağlayan Stalin-Hitler ittifakı, 2013’te yayımlanan Yoldaş Hitler (Товарищ Гитлер) adlı devam kitabında hem Churchill’in peşini bırakmıyor, hem de ABD’yi yenmek için onlardan önce bir atom bombası yapmanın yollarını arıyor.

Sonuçta bu fantastik bir roman; anlatının sınırlarını ancak yazarın hayal gücü belirleyebilir. Ama, Sovyetler Birliği’nin (Rusya’nın) 2. Savaş’tan en az zararla çıkması için bazen bir faşistin kılığına bürünmek gerekebileceğini, devletlerin yaptığı acımasız terör eylemlerinin aslında halkın faydasına olduğunu anlatan bu Stalinist öykünün neden 2010ların dünyasında anlatıldığı sorusu bizi doğrudan ilgilendiriyor.

Savaş ve kahramanlık romanlarıyla ünlü bir yazarın kitaplarından yola çıkarak genelleme yapacak değilim elbette, ama Rusya’da son on yılda öyle çok savaş romanı yayımlandı ve 2. Dünya Savaşı’na dair o kadar çok film yapıldı ki, ülkenin savaş kültürüyle ilgili bir şeylerin göstereni olsa gerek -sadece son iki yılda yapılan filmlerden bazıları: First Oscar (2022), 1941-Wings over Berlin (2022), Ivan Denisovich (2021), Saving Pushkin (2021), Devyatayev (2021), Maria - Save Moscow (2021), The Pilot-Battle for Survival (2021), The Red Ghost (2021), V2-Escape from Hell (2021), The Last Frontier (2020), AK-47 (2020), Persian Lessons (2020).

Son zamanlarda Hollywood’da yaşanan western (kovboy) filmleri patlamasına çok benzeyen bir furya bu. Özellikle 1929 ekonomik buhranının yıkıcı toplumsal etkisine karşı ‘büyük Amerika’ inancını yeniden kurma ideolojisinin taşıyıcısı olarak beyazperdeyi kaplayan western filmleri, politik kültür açısından ne zaman ABD’nin başı sıkışsa sinema salonlarını kaplar.

Ama son dönem Rus anlatılarının önemli bir farkı var: Bu filmlerin temel derdi savaş değil, o savaşın kazanılmasını sağladığına inanılan ‘çelik’ iradenin yeniden kurulması: Stalin dönemi üzerinden savaş güzellemesi yapan bunca kitle kültürü ürünü, Putin’in adı konmamış çarlığının geleceğine dair işaretler taşıyor. Bunu da, ne kötüdür ki, elemanlarına faşizmin kefenlerini giydirerek yapıyor.

***

Son haftalarda hakkımda çok sayıda yalan haber yapılıyor, ülkemin insanları da bu haberlere hiç sorgulamadan inanıyor ne yazık ki. “Sizin inancınıza ya da peygamberinize ömrüm boyunca bir kere bile hakaret etmedim” diyorum, beni hiç tanımayan binlerce insan “Hayır, ettin!” diyorlar. 22 yıldır derslerime giren yüzlerce öğrencinin ifadeleri görmezden gelinirken, iki öğrencinin iftiralar içeren ve açıkça kışkırtma amacı taşıyan dilekçesine neredeyse kutsal bir metinmiş gibi sahip çıkılıyor.

Ama artık açıkça görülüyor ki, böyle akıl almaz bir şiddetle hedef gösterilmemin asıl nedeni söylemediğim sözler değil, 6 yaşından itibaren çocukluğu mahvedilmiş bir genç kadına bu azabı yaşatan tarikatçıların tutuklanmış olmasının yarattığı rövanşist atmosfer. Bu durumda söyleyebileceğim tek şey şudur: Tamam, Gümüşel ve İstekli için beni kurban edin, ama çocuklara artık dokunmayın!