28 Şubatla yüzleşme: Yer yer iyicene alçaklaşan kolektif bir hokkabazlık; insanların gözünü bugünün vahşetinden başka yerlere çevirtmeye yönelik bir operasyon, üstelik terorist bir operasyon, yani tedhişçi.

Tedhişçi: Soruşturma sürüyormuş; şunu da içeri atacaklarmış onu da, sıra ona değil buna gelmiş. Maksat insanları benim başıma da bir şey getirirler korkusuna kaptırtıp söyleyeceğini söyleyemez, yazacağını yazamaz, yapacağını yapamaz hâle getirmek; kısacası yüreklere dehşet salarak herkesi yıldırıp sindirmek.

Terörizm, mücadele yöntemlerinin en kalleşçesi; ancak ‘terörle mücadele’ adına yapılanlar da terorizmin dik âlâsı. Önce, suçu, fiilden tümüyle kopartıyorlar: İstersen yoldan geçenlere gül dağıt, “terör örgütüyle ilişkisi var” dedikleri anda, bu davranış doğrudan doğruya teröre destek niteliği kazanmış oluyor. Burada yapılan, ‘yasayla tanımlanmamış suç olmaz’ şeklindeki evrensel hukuk kuralının paypas edilmesi; Orta Çağ’a, Engizisyon’a geri dönüş.

Suç, somut fiil temelinde tanımlanır olmaktan çıkartıldığı ölçüde, insanlar artık ‘ne yaptıkları’na değil, ‘kim ve/veya kimlerden oldukları’na göre yargılanacaklardır; ki bu durumda yaptığınız her şey terör suçu sayılabilecektir: ‘Terörle mücadele’ kurbanı olmamak için yapılabilecek tek şey vardır; o da, hiç bir şey yapmamak, daha doğrusu hiç yokmuş gibi yapmak.

“Bunlar artık Nazileri aratmıyor” diyordum kitlesel göz altılara, yargısız tutukluluklara/tecritlere, Meclis’e kadar uzanan zorbalık ve keyfîliklere, insanların soyu-sopu, dini-mezhebi üzerinden yapılan suçlama, hakaret ve tahriklere ve bütün bunları yaparken gerek akıl, gerekse edep sınırı tanımayan pervasızlığa bakarak. Oysa, Nazilere haksızlık ediyormuşum; zira, bunlar Nazilerden beter.

Nazi Almanyası’nda Yahudi olmak bizatihi suçtu; Yahudi isen her türlü eziyete, sonunda da fırına atılmaya müstahaktın; işte onun için de adamlar büyük bir titizlikle insanların yedi sülalesini araştırırlar, Yahudi olup olmadığına ona göre karar verirlerdi; yani, Yahudi’yi toplama kampına göndermekten katletmeye, her şeyi kendilerine hak görürlerdi, ama kimin Yahudi olup, kimin olmadığını tayin etme hakkını kendilerinde görmez, bu konuda gerçekten bilimsel bir objektiflik gözetirlerdi.

AKP rejimi ise, kendi Yahudisini tayin etme hakkını da kendisinde görüyor. Bakın bir AKP milletvekili    –ki, kendisi profesör ve de ‘terör uzmanı’ imiş-  neler diyor; hem de televizyonda, herkesin gözünün içine baka baka; tabiî, mealen: Önemli olan, adamın eline silah alıp almaması, şiddete baş vurup vurmaması değildir; isterse sadece yazı yazsın veya bir toplantıya katılıp fikirlerini söylesin ve bu toplantı ister resmî olsun, isterse olmasın, eğer bunu, emir-komuta zinciri içinde ‘terör örgütü’nün talimatıyla yapıyorsa, terör faaliyetinde bulunuyor demektir.

Her şeyden önce, herhalde milyonuncu kez tekrarlayalım ki, terör örgütü diye, yani gerek yegane faaliyeti, gerekse nihaî hedefi insanların ruhuna dehşet salıp onları o vaziyette tutmak olan bir örgüt türü yoktur. Ancak, tutun ki böyle bir örgüt var ve diyelim, hedefleri arasında ‘parasız eğitim’ de var; ki, şizoitlik, yani kafadan çatlaklık tam burada başlar: Böyle bir talebin insanları dehşete düşüreceğini umuyorsa, kafadan çatlak olan, örgütün kendisi; böyle düşünen, örgüt değil de başkalarıysa, kafadan çatlaklık bu defa onlara düşer. Ayrıca şu da var ki, herhangi bir örgütün talimatından bağımsız olarak da insan ‘parasız eğitim’den yana olup bunu dile getirebilir: Faşist istibdatın en katmerlisi de işte burada devreye giriyor ve de ‘örgüt üyesi olmaksızın örgüt adına faaliyette bulunmak’tan veya malûm gazetedeki tosuncuğun formülüyle ‘kendiniz de bilmeksizin örgüt üyesi olmak’tan hakkınızda 15 yıl hapis cezası isteniyor. 

Böylesine ipini koparmış bir faşizm ortamında, en fazla özen göstermemiz gereken husus kendi aklımıza mukayyet olmak. Aklına mukayyet olmanın işe vuruk tarifi ise şu: Çantadaki yumurta başına 44 ay, Fenerbahçe Başkanına 160, İzmir Belediye Başkanına da 400 yıl hapis, daha merdiven çıkmasını bile beceremeyen çocuklarımızı okula alıp, bir de kız ise başını örtmek isterken, zaten kısmen hapse kapattıkları Meclis’te kendi fedailerine vekil de dövdürten zorbalarla, değil oturup ‘yeni, sivil, demokratik anayasa’ hazırlamak, onların bu oyunlarına figüranlık eden gafilleri bile her türlü temas alanının dışında tutmak; zira faşizm, insanların akıl ve izanlarını ellerinden alabildiği ölçüde yol alır.