Faşizmin sokak hücreleri

> KANSU YILDIRIM @KansuYildirim

Son bir haftadır 6–7 Eylül 1955 yılında azınlıklara yönelmiş kitlesel saldırı (pogrom) yeniden canlandırıldı; Türkiye’nin dört bir yanından sistematikleşen saldırı haberleri geliyor. AKP’lilerin Ülkü Ocakları’nı, Ülkü Ocakları’nın AKP’lileri işaret ettiği, “kimliksiz” kalabalıklar, “terörü lanetleme yürüyüşü” adı altında toplumsal terör estiriyor. HDP binalarını taşlama ve tabela indirme ile başlayan eylemler, cana ve mala kastederek, kundaklamaya doğru evrildi. Kritikleşen noktalardan birisi, saldırgan güruhların odağında sadece HDP’nin bulunmayışı. Kimi il ve ilçelerde CHP, EMEP, Halkevleri, HTKP, KP, solculara ait bina ve işyerleri ile Alevilerin yaşadığı mahalleler provokasyonların ve saldırıların içine çekilmeye başladı. Toplumsal muhalefetin dışında, AKP tarafından hedef haline getirilen Doğan medya gibi sermaye kuruluşları da saldırılardan nasibini aldı. Kısacası rejime karşı çıkan veya kimi çıkar ilişkileri nedeniyle rejimle ters düşen kesimlere yönelik taarruz hali söz konusudur.

Düşük Yoğunluklu Çatışma ve OHAL
“Taarruz” ifadesi terminolojik olarak durumu özetliyor çünkü rejim, genel seçimlerden –bilhassa 20 Temmuz Suruç Katliamından– bu yana iç siyaseti, düşük yoğunluklu çatışma ve ara savaş formunda örgütlüyor. Düşük yoğunluklu çatışma, soğuk savaş döneminde ve 12 Eylül askeri diktatörlüğünden sonra da olduğu üzere, devrimci ve sol muhalefete karşı para-militer ve kontr-gerilla tipi küçük organizasyonlarla bir takım yargılama ve infaz pratiklerini içerir. Ara savaş formu ise, suçlu ve düşman ayrımının silikleştiği, mekânsal kapatma halidir. Bunu “özel güvenlik bölgesi” adı altındaki OHAL pratiklerinde görebiliriz.

Savaş konseptinde “sivil siyaset”in elini kuvvetlendiren son gelişme, Başbakan Davutoğlu’nun il valiliklerine gönderdiği “terör genelgesi”dir. 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu’na dayanan genelgede valilere “terörle mücadele ve toplumsal olayları önlemede” tugaylardan asker çağırabileceği belirtilmiştir. İç güvenlik konusunda, polis teşkilatı dışında, ordu birliklerinin de sivil bürokratik hiyerarşiye tabiiyetinin arttırılması, rejimin yarattığı “fiili durum”un emniyete alınması içindir.

Ne var ki, tıpkı cunta veya faşist diktatörlüklerin iktidara geliş dönemlerinde olduğu gibi “fiili durum”ları meşrulaştırmada, hukuksuzlukları hukukileştirmede, yönetici sınıflara mazeretler manzumesi gereklidir. Bu noktada her faşist/faşistleşen rejim açısından sokak hücreleri büyük önem kazanır. Sokak örgütlenmeleri ikili bir avantaj sunar. Birincisi, “sıkıyönetim” veya “olağanüstü hal” gibi yasal ara-prosedürlerin devre dışı bırakıldığı doğrudan idareyi kolaylaştırır. Provokatif eylemlerin zirveye tırmanması ve güvenlik zafiyeti algısının yerleşikleşmesi beklenir ve harekete geçilir. Karartılan ve kapatılan il-ilçelerde “ne olduğunun” enformasyonu iktidarın tekelindedir; gerektiğinde dezenformasyon da yapılır. Böylelikle zamanı geldiğinde, Nicos Poulantzas’ın tabiriyle “burjuvazinin de facto siyasal partisi” olan ordu veya polis devreye girer.

İkincisi, siyasi iktidarı hukuki mesuliyetten kurtaracak “şebekeler”dir. İktidar adına eylemlilik halinde olan ancak otonom görünen bu yapılar, koordineli ve programlı saldırılarla taban hareketlerini bastırmak için araçsallaştırılır. “Halk desteği” izlenimli örgütlenmelerin varlığı, tedbir paketleri olarak el altındadır ve iktidar krizi derinleştikçe serbest bırakılır. Hemen hemen tüm baskıcı, diktatöryel ve faşist rejimler, bu hücrelerle siyasi varlığını devam ettirmiştir.

Hücrelerin tarihselliği
1849 Fransa’sında, 1865 İngiltere’sinde, 1905 Rusya’sında, 1930’ların İtalya’sında bu tip sokak hücrelerinin izlerine rastlamak mümkündür:

*Marx, “18 Brumaire”de Bonaparte denetimindeki, Paris lümpen proletaryadan oluşan 10 Aralık Derneği’ni anlatır. Marx’ın Bonaparte “nizami orduyu büyük bir 10 Aralık derneğine çevirmeyi başarıncaya kadar, onun özel ordusu olarak kalacaktı” dediği Derneğin asli görevi, muhalif köylü ve kentlilere, olağanüstü durumlarda da düzen partisi milletvekillerine cop ve sopalarla saldırmaktı.

*1865 yılında Londra’da, Catherine ve William Booth tarafından Selamet Ordusu kurulmuştu. Halkın bilincini köreltmek ve olası kalkışmaları önlemek için gerici propagandayla dinsel ve ahlaki vaazlar veren Ordu, askeri düzenle örgütlenmişti. “Gerici burjuvazinin ellerinde, işçi ve demokratik harekete karşı yöneltilmiş araçtı.”
*Rusya’da Çarlık destekli kurulan Kara 100’ler akımı, Çarlığa karşı çıkan “çıfıt” ve Yahudilerin temizlenmesi gerektiğine inanıyordu. Barrington Moore’un aktarışına göre “ihanet içinde olduklarını düşündükleri” kesimlere yönelik şiddet eylemlerine başvuruyordu.

*İtalyan faşizminin mimarı Benito Mussolini 1919 yılında milliyetçi tandanslı bir hareket başlattığında önce “Fasci Italiani di Combattimento” ismini verdiği “Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı”nı kurmuştu. “Fasci Italiani di Combattimento” Mussolini rejimi kökleştikçe farklı tip örgütlenmelerle kaynaştı, öncülü oldu. Sokağı zapt etme mahiyeti de olan bu yapılanma, ilerleyen dönemde Mussoli’nin iktidara gelişinde basamak kabul edilen, aralarında generallerin de olduğu, Roma Yürüyüşü’nün zeminini hazırladı.

İdari geometri
“Burjuva hegemonyasına yönelik tehditleri denetleme işlevi”ni yürüten, şiddet eylemleriyle kitleleri pasifize etmeye çalışan, iktidar tarafından korunan sokak hücreleri, ardışık şekilde birbirini izlemiştir. Dün komando kamplarında eğitilen para-militer güçler, bugünse son olaylarda Ülkü Ocakları’nın bile işaret ettiği, Erdoğan’a sevgileri aşikâr olan Osmanlı Ocakları ve türevi örgütler, sokak hâkimiyetinin önemi nedeniyle kurulan organizasyonlardır.

Rejimin meşruiyet krizini örtmek için siyasetin akışını hızlandırmada işe yararlar. Kriz anlarında, Hürriyet saldırılarını sosyal medyadan organize eden AKP’lilerin yaptığı gibi, “hassas” ve “duyarlı vatandaşlar” göreve çağrılır. Kimi zaman liderin demagojisiyle, kimi zaman medya aracılığıyla yaratılan hezeyanlar eşliğinde çağrılan para-militer güçler, iktidarın bozulan geometrisini simetrik hale getirmeye yarar.

Georgi Dimitrov “Faşizme Karşı Birleşik Cephe”de şunu vurgular: “Burjuvazinin faşist diktatörlüğü kudurmuş bir güçtür, ama dengesizdir”. Dengesizlik hali hem ideolojik hem de toplumsal etkenlerden kaynaklanır. İktidar bloğunun idare simetrisinin kaygan bir zeminde olması nedeniyle sokak hücreleri vasıtasıyla, balans ayarı sağlanır. “Demokratik sınırlar”ın dışına çıkmak için veya liderin öfkesinin dışavurumu amacıyla, simetriyi bozan muhalefete saldırılar gerçekleştirilir. Ancak bu tedbir paketlerinin hiçbiri uzun ömürlü değildir. Seneca’nın söylediği bir söz vardı, “Violenta nemo imperia continuit dui” yani “Hiç kimse tiranlık yönetiminin uzun sürmesini sağlayamaz!..”