Akademinin, üyeleriyle, öğrencileriyle, çalışanlarıyla birlikte siyasi görüşleri de vardır. Akademi toplumdan ve siyasetten soyutlanmış bir grup yabancıdan ibaret bir kurum değildir

Faşizmin üniversiteleri

ULAŞ AYDIN*

12 Eylül Askeri Faşist Darbesi'nin simge kurumu, Türkiye üniversitelerinin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan, anti-demokratik uygulamaların merkezi YÖK bile Akademik Özgürlük Bildirisi’inde akademik özgürlük ve akademinin özgürlüğüne dair şu ifadeleri kullanır;

"Üniversiteler hiçbir baskı ve engelleme söz konusu olmaksızın, tüm fikirlerin, muhtelif hakikat iddialarının, sosyal ve siyasi problemlerin özgür ve medeni bir şekilde tartışıldığı, karmaşık sorunların açık bir biçimde ifade edildiği ortamlardır."

Yine aynı bildiride şu ifadeler geçer; “Öğrenciler de öğretim elemanları da doğru bulmadıkları ve onaylamadıkları konularda şiddete başvurmaksızın eleştirme ve protesto hakkına sahiptirler.”

“İfade özgürlüğü çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereği ve demokratik toplumun olmazsa olmaz koşuludur.”

12 Eylül’ün karanlık kurumu bile akademik özgürlük için bu ifadeleri kullanmışken, bugün Cumhurbaşkanı, Başbakan, yine aynı kurum YÖK, büyük iktidar gövdesinden nemalanan ve oraya konumlanan tüm unsurlar, yetmezmiş gibi kendisini iktidar muhalifi olarak tanımlayan kimi odaklar bile günlerdir akademisyenleri linç ediyorlar. Büyük bir siyasal-toplumsal histeriye kapılmış halde 1128 akademisyene tehditler savruluyor, suç duyurularında bulunuluyor, istifaları isteniyor, suç örgütü liderlerinin patolojik ruh halinin önüne seriliyorlar. Taşradaki akademisyenler özellikle sokağa çıkamaz hale getiriliyor, kenti terketmeleri isteniyor. Bu akla, mantığa, vicdana sığmaz davranışlarla ülkenin aydınları, akademisyenleri terör destekçisiymiş gibi topluma sunuluyor. Tahir Elçi’nin ekranda kullandığı ifadeler sonrası aynı kesimler tarafından linç edilmesi de, hemen ardından Beyaz Show’a telefonla bağlanan Ayşe Çelik ve Beyaz’ın siyasal iktidarın ve onun “düşük profilli yancılarının” estirdiği politik-psikolojik terörden payını alması da, greve çıkan KESK üyelerinin soruşturma yağmuruna tutulması da, belki de hayatında hiç şiir okumamış İzmir’in Kiraz ilçesinin Kaymakamı’nın şair Şükrü Erbaş’a neredeyse tüm ilçeyi yasaklaması da, son olarak akademisyenlerin bu akıl dışılığa maruz kalması da aynı siyasal-toplumsal histerinin bir sonucu. Perşembe günü itibariyle HES karşıtı çevreciler de, Cumhurbaşkanı’nın: “Bu barajların en büyük düşmanı bölücü terör örgütü ve onu destekleyen siyasetçiler ve akademisyenlerdir” ifadeleriyle bu delilikten payını aldı.

Son paragrafın son cümlesi bile sarayıyla, köşküyle siyasal iktidarın patolojik ruh halini sergilemeye yeterlidir. Fakat bu patoloji özellikle akademi için ciddi bir tehdit sergilemektedir. Akademi siyasal iktidarın resmi görüşünden korkmadan, düşüncelerini rahatlıkla ifade edebilmelidir. Akademi için ifade özgürlüğü olmazsa olmaz ve tartışılmaz bir ilkedir. Bunun güvence altına alınması da öncelikle siyasal iktidarın ve özerk üniversite yönetimlerinin görevidir. Üstelik bu durum sadece akademisyenler için değil öğrenciler için de geçerlidir. Akademi bizi sonuna kadar rahatsız edebilir, akademinin ortaya serdiği görüşler bize komik gelebilir, bize berbat gelebilir, inançlarımızı veya bir takım dogmalarımızı sorgulayabilir, toplumsal olaylara ve gündelik hayata dair herkesin düşündüğünün tam aksi yönde açıklamalarda da bulunabilir. Bu her birey için geçerlidir ama akademik özgürlük için akademisyenlerin olmazsa olmazıdır. Esas olan nefret söylemi, şiddet çağrısı yapmamasıdır.

Belleklerin ortadan kaldırılıp, bildiğimiz her şeyi unutarak tam ve sınırsız bir itaatle siyasal iktidarın arzu ettiği çizgiye akademiyi sıkıştırmak, Türkiye’ye ve insanlığa yapılacak en büyük kötülüklerden biridir. Cumhurbaşkanı’nın HES’lere karşı çıkan akademisyenleri de bölücü terör örgütü destekçesi ilan etmesi ise kötülükten de beter bir akıl dışılıktır. Bu tehdit atmosferinde hangi akademisyen HES’lerle ilgili bilimsel bilgi üretmeye çalışır? Herhangi bir bölgede yapımı planlanan bir HES’in risklerini hangi akademisyen kamuoyu ile paylaşır? Akademiyi akademi yapan özgür düşüncedir.

Bunlarla beraber akademinin, üyeleriyle, öğrencileriyle, çalışanlarıyla birlikte siyasi görüşleri de vardır. Akademi toplumdan ve siyasetten soyutlanmış bir grup yabancıdan ibaret bir kurum değildir. Akademi hayatın içindedir, toplumsaldır, toplumsal olduğu için -o kadar da- siyasaldır. Siyasal alanı, belli bir zümreyle meclis çatısı altına hapsetmek bizzat toplumlar tarihinin kendisine saygısızlıktır ve açık bir cehalettir. Özgürce yazıp, düşüncelerini ifade etmek, toplumsal ve siyasal alana dair fikir beyan etmek akademinin önceliklerinden biridir. Bunu yaparken iktidarın resmi söylemine ve ideolojisine sıkışmak mecburiyetinde de asla değildir. Bu durumu talep etmenin akademik özgürlükle bağdaşır yanının olmamasıyla beraber, tam anlamıyla faşizmdir. Barış isteyen akademisyenlere yönelik tüm saldırıların merkezinde bu faşizan anlayış yer almaktadır. Eğer bugün o akademisyenlerin ifade hürriyetini ve özgür düşüncelerini kısıtlanmasına sessiz kalınırsa, yarın sıra başka akademisyenlere gelecektir. Bu trajik ve bir o kadar da dramatik durumun gideceği yer ise Orta Çağ engizisyon mahkemeleri olacaktır.

Toplumu “ya bizdensin ya teröristlerden” gibi tehlikeli iki kutuba ayırıp, milliyetçi ve muhafazakar tüm kesimleri kendi siyasal ve kişisel ikballeri için konsolide etmek arayışlarının gideceği son nokta çok daha riskli ve çok boyutlu bir çatışma atmosferi olacaktır. Esas “bölücülük” ise budur. Son birkaç gündür bu “bölücülükten” nasibini alan akademidir ama devamı da gelecek gibi görünmektedir. Bu çerçevede şunu çekinmeden söyleyebilirim; içinden geçtiğimiz günler bu yüzden üniversiteler tarihinin ve akademik özgürlüğün yüz karası günleridir. Tarihin utanç sayfaları arasında tüm açıklamalar, yorumlar, tehditler, baskılar, cezalar ve buna alkış tutanlar da yerini alacaktır.

*Psikolojik Danışman