Başlık aslında bir sonucu ifade ediyor. Ama gerekçeleri açıklayarak bu talebin neden zorunlu olduğunu ifade etmek gerekiyor.

Çünkü sırf başlıkta kalırsak ve talep olarak belirtirsek, Terim’in politik manevralarına, manipülasyonlarına fırsat vermiş oluruz. Her göreve gelişte muhakkak bir siyasi manevrası vardı.

Hangi alanda olursa olsun, eğer ülkenin bütününe cevap veren bir alanda görev yapılıyorsa, başarı ve başarısızlık kıstasları çok nettir ve karşılığı hemen verilir ve sorulur.

Bu yük bir sorumluluktur…

Ve hepimizi bağlıyor…

Kişiselleştirilmesi mümkün olmayan, kamuya mal olmuş görevlerdeki değerler ve faydaların iç dinamiklerine cevap vermek için ciddi bir donanıma sahip olmak gerekir.

Bu donanımın temeli kültürel zenginlik ve entelektüel olarak bunu karşılamaktır.

Hangi alanda olursa olsun, yetersizlik ve kötü yönetimim karşılığı da istifadır.

Ama istifanın bizde kurumsal anlamda karşılığı yoktur.

Bizim açmazımız burada başlıyor…

Demokratik bir yapısı olan ülkelerdeki çalışma ve yönetme mekanizması içindeki değerlerin sonucunda yetersizlik ve başarısızlık varsa, karşılığı istifadır.

Eğer böyle bir kurumsal yapı yoksa zaten, karşılığında orada demokratik her hangi bir uygulamanın geçerli olması mümkün değildir. Hatta anti demokratik kıstasların zorlandığı ve ‘maço’ zihniyetin egemenliği geçerlidir.

İşte o yüzden Terim basın toplantılarında gazetecileri küçümseyip, değersiz kılacak tutum ve davranışa girmektedir. Tüm donanımlarını “racon kesme” ve maçoluk üzerine kurgulamış.

Bu yapı içerisinde kayıplar çoğaldıkça saldırganlık ve baskı kaçınılmaz olur. Ancak insanlar böylelikle, sindirerek ve baskı altına alarak susturmaya çalışılır. Terim de kaçınılmaz olarak bu kültürün bir parçası olduğu için elindeki tek yöntemi, yani bunu kullanmak zorunda. Başka cevap şeklini verecek donanımı yok. Hem siyasi ilişkiler, hem de ticari ilişkiler anlamında buradan besleniyor.

Terim için tek koşul tazminatının ödenmesi ve daha sonra geri dönüş alt yapısı sağlanması hâlinde istifa anlaşmasıdır. Dikkat ederseniz istifa anlaşması diyorum…

Ülke Terim için Ali Baba'nın çiftliği...

Neyse sakin kalarak, Terim analizine devam etmek lazım;

Terim’in toplam fayda analizine de bakalım ki hiçbir şeyi denememiş olmayalım. Buraya baktığımızda haklılık payımızı net olarak görürüz.

Terim için velinimet olan, somut ve net olarak hesaplanabilen faydalar: ücret, prim ve teşvik paketleri ile Terim için somut olarak rakamsallaştırılıyor ki; kendisinden başka ciddi kazanan yok. Rakamsallaşması zor, ama Terim için iyi ki rakamsallaşmıyor olan, fakat maniple edilmesi kolay olan faydalar: başarı duygusu, kişinin işe uygunluğu (!), uzun vadede anlamlı bir iş yapıyor olma ihtiyacına ne ölçüde cevap verdiği (!), birlikte çalışılacak insanlarla kurulan ilişkilerin zenginliği (!) ise karşılıksız çek gibi…

Para ile duygusal ve sosyal değerlerin karşılıkları Terim’in yönetim mekanizması içinde olmaz. Çünkü feodal otokratik bir zihniyetin, demokratik bir karşılığı olmaz, ancak maço davranış şekilleri ile çıkarlarını ve koltuğunu koruma kaygısı taşır. Maalesef bu iki olumsuzluk da bu ülkede karşılık bulmaktadır.

Biraz da Terim’in maliyet analizine bakalım!

Doç. Dr. Sayın R.İlker Gökbulut’un sunumundaki maliyet tanımından yola çıkarak Terim’in çalışmasının karşılığını bulmaya çalışalım; “Maliyet en geniş tanımıyla, belirli bir amaca ulaşmak için katlanılan fedakârlıklar toplamı olarak tanımlanabilir.” Burada tüm Türkiye fedakârlıkta bulunuyor da sadece Terim hariç!

“Maliyetlendirme sürecindeki temel amaç, geliştirilen politikaların ve bunların yansıtıldığı amaç ve hedeflerin gerektirdiği maliyetlerin ortaya konulması suretiyle politika tercihlerinin ve karar alma sürecinin rasyonelleştirilmesine katkıda bulunmaktır.”

Bugünkü koşullarda Terim’in yaptığı iş için maliyet analizi yapıldığında; en rasyonel karar görevden alınmasıdır. Hem istenilen amaca ulaşılmıyor hem rasyonel değil ve verilen paranın karşılığındaki amaç ve hedeflerden hiçbiri gerçekleştirilemedi. Hepimiz, ülke olarak zararda olmamıza rağmen bir tek Terim kâr ediyor.

Tabii bu olup bitenin asıl dayanağı antrenörlük donanımlarındaki yetersizliğinin artık net olarak belirginleşmesidir.

Ama gelinen nokta; artık mesleki donanım sorunları yanında, kuşak çatışması hâline gelmiştir. Bu jenerasyonu yönetmek; şansın geçerli olmadığı bir çağın insanı olmak anlamını taşımaktadır. Hele hele Avrupa’da yetişmiş oyuncuların karşılığı Terim’de olması mümkün değildir.

Kenardan kutsal abi formatıyla çok iyi organize ettiği ” kaos sitemi” artık bu jenerasyonda tutmuyor. Tabii sadece orta alanda toplanıp kalabalıklaşmak da tutmaz. Çünkü her savunma sisteminin bir hücum yapısı, her hücum organizasyonunda bir savunma yapısı vardır ve bunlar iç içe geçmek zorundadır.

Terim’in sahip olduğu antrenörlük donanımları bu dönem için eksiklikten dolayı da bilgi kirliliğidir.

Hele hele prim yüzünden yaşanılan çatışma, bir antrenör ile sporcuları arasında ve milli takım düzeyinde olmayacak bir süreçtir. Bunun açıklaması olamaz…

Ve yetersizlikleri “ego” ile gidermek gülünç oluyor.

Arda, Ömer, Gökhan, Selçuk, Burak, Töre, Caner’in Milli Takıma alınmamasının karşılığı ego olabilir mi ve buna nasıl izin verilir? Yedi tane kalibresi yüksek oyuncunun, ne yaş ne de sakatlık sorunu yokken takıma alınmamasının hiçbir gerekçesi olamaz.

Kutsal abi, kutsal baba replikleri günümüz futboluna cevap vermekten çok uzaktır ve artık Ortadoğu tiplemesi replikleridir.

Emre Mor ile çatışmasının karşılığı bu repliklerdir, zaten antrenörlüğün gereği olsa, hücumun tek karşılığı olan Emre’yi oyundan almazdı…

Neyse, Arda’nın yerine üst direği kadroya alması önemli bir hamleydi… Üç top çıkardı en azından!