Başka bir dünya kurmak mümkün mü?

İnsanlık tarihi bunu gerçekleştirmeye çalışanların, çoğu da yenilgiyle sonuçlanan hikayeleriyle dolu. 150 yıl önce Avrupa’nın ortasında, Paris’te ya da 42 yıl önce Türkiye’de, Karadeniz kıyısındaki Fatsa’da bu hikayeler yaşandı.

“Başka dünya”ların bu öncüleri, halkı arkalarına alarak ya da halkla birlikte kısa süreli de olsa iktidara gelmiş; binlerce yıllık insanlık tarihinde yaşananların tersine mülk sahiplerinin değil, mülksüzlerin yöneten olabileceğini göstermişlerdi.


İçinde bulunduğumuz yıl, sosyalist bir toplum için mücadele eden devrimcilerin, barış, eşitlik, yönetime katılım ve halkların kardeşliği gibi alanlarda savunduklarını hayata geçirdikleri Paris Komünü’nün 150’nci yıldönümüydü.

18 Mart 1871’de Fransa’nın başkentinde işçi sınıfı, daha doğrusu başta işçi sınıfı olmak üzere küçük üreticiler, esnaf, sanatçılar, halka ateş etmeyi reddeden askerler, sosyalistlerin öncülüğünde ayaklanmış ve yönetimi ele geçirmişti. Bu dönem 72 gün sürdü, 28 Mayıs 1871’de can düşmanları Prusya’nın da desteğini alan hükümet tarafından kanlı bir biçimde bastırıldı. Tarihçiler Komünardlarla, hükümet güçleri arasındaki savaşta ve Komün’ün düşmesinden sonraki baskı döneminde, 100 binin üstünde insanın öldürüldüğü tahmin ediyorlar.

Devrimciler bu 72 gün içinde başka bir dünyaya yönelenlerin birçok özlemini hayata geçirdiler. Yöneticiler genel oyla ve milliyetlerine bakılmadan seçildiler. Örneğin, yönetimin ‘Çalışma Bakanlığı’na tekabül eden ‘Emek” bölümünün başına, bir Alman getirilmişti ki o sırada Fransa Prusya’yla savaş halindeydi. Ücretlerde eşitlik, kadın-erkek eşitliği sağlandı. Din ve devlet işleri birbirinden ayrıldı, boş duran konutlara el konularak, evsizlere dağıtıldı, ülkede yaşayan yabancılara Fransız vatandaşlığı verildi.

Paris Komünü, tüm Fransa’ya ve oradan tüm Avrupa’ya yayılabilirdi.

Egemen sınıflar tabii ki buna izin vermediler.

Paris’ten 110 yıl sonra, Türkiye’nin Karadeniz kıyılarındaki Fatsa’da da benzer bir tarih yazıldı. 14 Ekim 1979’da yapılan Belediye Başkanlığı seçimini devrimcilerin adayı Fikri Sönmez’in kazanmasıyla yönetim, komiteler halinde örgütlü halkın eline geçti. Bu dönem dokuz ay sürdü. Tabii bu dönemi 1960’lı yılların sonlarından itibaren bu bölgedeki devrimcilerin; özellikle 70’li yılların sonlarındaki direniş komiteleri mücadelesiyle birlikte ele almak gerekiyor. Seçimden sonraki dokuz ayda devrimciler, özyönetim, demokratik katılım, kadın hakları, halka hizmet açısından savunduklarını, gerçek sosyalizmin neye benzeyebileceğini biraz da olsa halka gösterme şansı buldular. Böylece dünyanın birçok yerinde iktidardaki bürokratik sosyalizm modellerine, bu modellerin takipçilerine alternatif oldular. O dönemde Fatsa’yı ziyaret eden aydınlar da devrimcilerin “Yarını bugünden yaratacaksın, o senin tarihin olacak” şiarına dair tanıklıklarını kaleme alarak, yaşananların tüm Türkiye’de duyulmasına katkıda bulunuyorlardı.

Ancak egemenler de Fatsa‘nın kendileri için sonun başlangıcı olabileceğini fark etmişlerdi. Böylesine radikal bir alternatife, sistemden böylesine köklü bir kopuşa tahammül edemezlerdi. Akıl verenleri, “Bırakırsanız tüm Türkiye Fatsa olur” uyarısında bulunuyordu. Buna bir son verilmeliydi. Ve bu son da tıpkı Paris Komünü’nde olduğu gibi, benzer atılımlara kalkışanlara yönelik uyarılar içermeliydi… 11 Temmuz 1980’de binlerce asker ve polisin yer aldığı ‘Nokta Operasyonu’ baskıyla bunu gerçekleştirdiler.

Devrimciler tabii ki bu tehlikenin farkındaydı.

Oğuzhan Müftüoğlu, Fatsa’yla ilgili bir yazısında, Nokta Operasyonu’ndan önce Fatsa’ya yaptığı bir ziyarette, “Burayı böyle bırakmazlar. Önemli olan yukarılara çekilmek zorunda kaldığımızda geride nasıl bir iz bırakacağımız” diye konuştuklarını anlatıyor.

41 yıl önceki Fatsa’daki halk iktidarı arkasında hangi izleri bıraktı?

Nurşen Bakır’ın hazırladığı “Şu Fatsa’nın Yolları” belgeseli, bu izleri araştırıyor.

Sol Kültür Yayınları’nca hazırlanan ve Türkiye’de ilk kez 12 Eylül 2021’de gösterilen film, şimdi Avrupa’da.

Önce Berlin’de gösterilecek, ardından Frankfurt ve Münih’te. Sonra da başka kentlerde tabii.

Nurşen Bakır, dönemin tanıklarından birinin Fatsa’yı anlatırken “Dantel gibi işlenmiş bir emek vardı orada” dediğini aktarıyor.

Onun birlikte çalıştığı gençlerle, o dönemin devrimcileri gibi Şu Fatsa’nın Yolları’nda yürüyerek gerçekleştirdiği film de öyle.

Bakır, daha önce birlikte çalıştığı genç arkadaşlarıyla birlikte, Uşak’ın Büyükkanlı Köyü’nde 12 Eylül 1980 öncesi yaşanan direniş komitelerini anlatan “Karık” filmine imzasını atmıştı.

Karık da Şu Fatsa’nın Yolları da o dönemi yaşayanlar için çok önemli çalışmalar.

Ama yeni kuşaklar için çok daha önemli.

Onların devrimci hareketin tarihini, o dönemlerden bugünlere bırakılan izleri daha iyi anlayabilmesi açısından bu böyle.

“Başka bir dünya kurmak mümkündür” mücadelesi açısından da öyle.

Önceki gün Avusturya’nın ikinci büyük kenti Graz’da belediye başkanlığını Komünist Parti’den Elke Kahr üstlendi... Tabii oradaki 150 yıl önce Paris’te, 42 yıl önce Fatsa’da yaşandığı gibi siteme karşı radikal bir çıkış değil. Ama bu da "başka bir dünya için" güçlü bir ileri atılım olabilir...