Pazar günü, 12 Eylül faşist darbesinin yıldönümünde, çoğu 12 Eylül’ü ve Fatsa’yı yaşamış bir grup arkadaş, Ankara’da, Covid önlemlerine titizlikle uyulan bir salonda, Nurşen Bakır’ın gerçekleştirdiği “Şu Fatsa’nın Yolları” belgesini izledik.

12 Eylül ve Fatsa… Birbirinin karşıtı iki hayatın ve düzenin isimleri… Birincisi ikincisine karşı, onun temsil ettiği değerleri ve filizlendirdiği hayatı ezip yok etmek için gelmiş. İkincisi özlemle, gururla hatırlatan… Bir başka dünyanın mümkün olduğunu gösteren ve o dünyanın nasıl kurulabileceğine dair örneklerle dolu olan…

14 Ekim 1979’da, Fatsa’da CHP’li belediye başkanının ölümü üzerine yapılan seçimde, devrimcilerin adayı Terzi Fikri (3096) sağın birinci partisi Adalet Partisi (AP) adayından (859) 3,6 kat, daha önce belediyeyi kazanmış CHP adayından (1133) 2,7 kat, her ikisinin toplamından 1,5 kat fazla oy olarak seçilmişti.

Seçimden sonra “yapılması gerekenler” olarak listelenenler, hâkim seçim pratiklerinde sadece seçim öncesi yapılanlardır: 1- Hemen geniş halk toplantıları düzenlenecek. 2- Her mahallede halk komiteleri oluşturulacak, sorunlar ve çözümleri tartışılacak, sorunların bir envanteri çıkarılacak. 3- Her mahallede çıkarılacak sorun raporu ile belediye merkezi bir çalışma programı oluşturacak.

Fatsa’nın devrimci sol siyaset açısından en önemli derslerinden biri, toplumsal mücadelede asıl olanın “sorun çözmek” olduğudur. İnsanlar sorun çözeceği güvenini veren ve sorun çözen siyasi öznelerin peşinden gidiyorlar. Fatsa, bunun da bir adım ötesine geçerek, insanlara kendi sorunlarını kendilerinin çözebileceği güvenini vermenin pratiğiydi.

Ve Fatsa’daki seçim sonucu halkın ezici çoğunluğunun gönüllerinin kazanıldığının göstergesiydi. Devrimcileri o sonuca götürense tam da sorun çözme anlayışıyla yürütülen bir siyasal mücadele süreciydi. O başarıya sorun çöze çöze ve halkın kendi sorunlarını çözebileceği özgüvenini büyüterek ulaştı devrimciler.

Faşist saldırıların yol açtığı can güvenliği sorunu; tefecinin, tüccarın fındık üreticilerini sömürmeleri sorunu, karaborsa sorunu, kan davaları ve kumar alışkanlıklarıyla ailelerin darmadağın olması sorunu, sınır-arazi-su-yol sorunu… Fatsa’da devrimciler, bu sorunları çöze çöze ve gündelik hayatın meseleleriyle merkezi yüksek siyasetin meseleleri arasında bir fark/uçurum olamayacağını kanıtlayarak yönetime gelmişti.

Fatsa bize bir başka şeyi daha öğretti… İnsanları kazanmanın yolu en süslü cümleleri kurmaktan ve en müthiş teorileri yapmaktan değil, iyi ve örnek insanlar olmaktan geçiyor. Anlattığınız hayatın yaşayan birer örneği olabilmekten geçiyor!

Faşistlerce pusuya düşürülerek katledilen Fatsa Halkevi Başkanı Kemal Kara’ya, bir ideolojik gerekçeyle değil, “O iyi insan, böyle insan nasıl öldürülür” diye sahip çıkmış hemşerileri. Terzi Fikri’yi “iyi ve örnek insan” olduğu için desteklemişler, devrimcileri bu nedenle sevmişlerdi.

İspanya’da Terzi Fikri ile aynı yıl seçilen ve “Endülüs’te bir İspanyol Fatsa’sı” dediğim Marinaleda’yı o gün bugün desteğini artırarak yöneten Belediye Başkanı Gordillo’ya bu işin sırrını sorduğumda; “Nimet paylaşımında kendini en sona, külfet paylaşımında en başa yazmak” demişti.

Fatsa hikâyesini yaratan devrimciler de bu anlayışla çalışmışlardı! Yeni Fatsaları yaratmak ve kalıcı olmak da ancak bu anlayışla mümkün.

12 Eylül kötülüğün örgütlenmesiydi, Fatsa ise iyiliğin. Neredeyse yarım asırdır anlatılan, daha da anlatılası bir hikâyedir Fatsa. Bu izlediğim ikinci Fatsa belgeseliydi. Yeni yeni belgesellerle, filmlerle, kitaplarla o hikâyeyi herkese anlatmak gerek. Ve tabii benzer yeni hikâyeler yaratmak!