Ülke gündeminin sivrildiği noktada Kıbrıs Kıbrıs’ta gerçekleşen suikast, yaygın tabanda ise yoksulluğun çıbanbaşına dönüşen elektrik faturaları var.

Kıbrıs’ta gerçekleşse de, merkezinde Türkiye’nin olduğu düşünülen Falyalı suikastı konusunda aydınlanmak için okunacak en yetkin isimler bu gazetede. Susurluk’tan beri ipin ucunu bırakmayan Fikri Sağlar ve gazeteci arkadaşlarımız Bahadır Özgür ile Timur Soykan.

Onları okuyarak takip ettiğim konuyu bu uzman yazarlarımıza bırakarak, ben ciddi bir toplumsal dalga yaratan elektrik faturası protestolarına değineceğim.

Öyle bir dip dalga ki, yalnızca ‘Tayyip İstifa!’ gibi yakın siyasal hedeflere yönelen sloganlar atmıyor, “Özel sektöre son!” gibi kamucu bir düzen değişikliğini çağıran sloganlar da atıyor. Doğu’dan böyle sloganlar yükselirken, Batı’da İzmir’de de kafe, restoran ve barlar elektriği kapatıp bir saat mum ışığında hizmet vermek gibi yaratıcı protesto yöntemleri geliştiriyorlar.

Sokaklar yakılan faturaların ateşi ile ısınırken, sosyalistler enerji şirketlerinin kamulaştırılması çağrısı yapıyor, Sol Partililer “Son zammın olsun!” diyorlar.

Kılıçdaroğlu’nun zamlar geri alınana kadar “Ben faturamı ödemeyeceğim!” çıkışı bu zaman ve zeminde geldi. Her ne kadar o kimseyi çağırmadan eylemini kendisiyle sınırlasa da, AKP bunu bir sivil itaatsizlik çağrısı olarak anladı!

O nedenle, AKP sözcüsü Ömer Çelik, Kılıçdaroğlu’nun çıkışını “muhalefeti husumet siyasetine çevirmekle” suçladı ve “Demokrasiyi kendine bir alan açmak için kaldıraç olarak kullanıyor” dedi.

Demokrasinin amaç değil araç, binilip inilecek bir tramvay” olduğu türünden ifadeleri anımsatan bu sözlerin AKP’lilere bile dokunmadığı ortada. O yüzden, “koyu bir Reis taraftarı olarak davaya hizmet edenler, vatandaşın karşısına çıkıp faturaları savunacak cümle bulamıyor.” İktidar o yüzden, elektrik dağıtım şirketlerini Ankara’ya çağırılarak öfkeyi yatıştıracak arayışlara girdi.

Kılıçdaroğlu’nun “Faturamı ödemeyeceğim” çıkışının bu öfke dalgası üzerinde ne kadar yükselip yaygınlaşacağını göreceğiz. Ancak bu haliyle bile, ana muhalefet liderinin eyleminin Türkiye siyaseti için bir ilk olduğunu, “bu kitlelere dönük bir çağrı değil” deme gereksinimi duysalar da, Adalet Yürüyüşü’nde olduğu gibi tek başlatılan eylemin yayılma potansiyeli olan bir sivil itaatsizlik çağrısı olduğunu söylemek mümkün.

Çağrı ilk yankısını HDP’de buldu ve Garo PaylanBen de ödemeyeceğim!” dedi.

İktidar zamlardan vazgeçse Kılıçdaroğlu karşısında geri adım atmış, geri almasa yaygınlaşan toplumsal protestolar altında kalmış olacak!

Zamlar geri alınmazsa, Kılıçdaroğlu’nun atacağı yeni adımların ne olacağı önemli. Toplumsal tepkinin yaygın bir sivil itaatsizlik eylemi ve protestoya dönüşmesinin önünü mü açacak, yoksa onu “tek başına” yapacağı eylemlerle sınırlayacak mı?

Tarihteki en çarpıcı sivil itaatsizlik örneklerinden biri Gandhi’nin 12 Mart 1930’da 78 kişiyle başlattığı, katılımlarla büyüyen ve 60 bin barışçıl protestocunun tutuklandığı Tuz Yürüyüşü’dür.

15 yaşında bir öğrenci olan Claudette Colvin’in, 1955 yılında ABD’nin Montgomery kentinde otobüste bir beyaza yerini vermeyerek, tutuklanma ve bir yetişkin hapishanesine atılma pahasına başlattığı sivil itaatsizlik olmasa, ırkçılık kim bilir daha ne kadar hüküm sürerdi!

Sivil itaatsizlik; gücünü meşruiyetinden alan, vatandaşların siyasal, ekonomik ve toplumsal adaletsizlikleri dayatan yasa veya kurallara uymayı şiddet dışı yöntemlerle reddettikleri ve tarihte pek çok demokratik gelişmenin önünü açan bir eylem biçimidir.

Başarısı yaygınlaşmasına bağlıdır, cılız kaldığında ters teper!